Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli 12 Nisan 2022 tarihli MHP Grup Toplantısı’nda gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli yapmış olduğu konuşmada, “Zor, zahmetli bir mücadelenin, sağlam bir karakterin ve feda edilmiş ikballerin sonucu olacaktır. Bu milliyetçi-ülkücü olmanın kaçınılmaz bir bedelidir.” diyerek şöyle devam etti:
Ancak ve ancak bu bedeli göze alanlar bu yolculuğa çıkabilirler.
Bunun için, tehdit ne derece büyük, tehlike ne kadar yakın, engeller nasıl olursa olsun taşıdığımız milli şuur öfkemizi bastırmak durumundadır.
Sorunlardan ve sıkıntılardan ürkmemek; suçlamalardan ve zorluklardan yılmamak, tuzaklardan ve karanlıklardan uzak durmak lâzımdır.
Milliyetçilik ve millet sevgisi elbette ki bizim tekelimizde değildir.
Herkes milliyetçi olabilir, hatta olmalıdır. Milliyetçiler her kurumda bulunabilir. Bulunmalıdır. Hepsine saygı duyarız.
Ancak, milliyetçiliği hayatın her alanında, uygulanabilir bir siyasal yönetim projesi olarak benimseyen tek parti Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Ülkücüyüm, milliyetçiyim diyen kim varsa ana çatısı, ana kucağı Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Milliyetçi Hareket Partisi, yalnızca Türkiye’yi değil artık bölge ülkelerindeki soydaşlarımızı, müşterek kültür dairesinde yaşayan mazlum milletleri küresel kargaşadan kurtaracak bir anlayışın da temsilcisidir.
Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin 12 Nisan tarihli MHP Grup Toplantısı’nda yapmış oldukları konuşma şu şekilde:
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Sayın Basın Mensupları,
Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyor, alayını birden hasretle kucaklıyorum.
Küresel ve bölgesel gelişmelerin sancılı seyrine baktığımızda güçlü bir devlete, tarihi ve kültürel birikimiyle öne çıkmış köklü bir millet geleneğine sahip olmanın ne kadar önemli olduğu daha iyi görülecektir.
Uzak geçmişten bugüne, devletini kaybetmiş toplumlarla, iç barış ve dengesini bulamamış, bu nedenle istiklal ve istikbalinden mahrum kalmış devletlerin yol açtığı vahim karmaşa dünya genelinde büyük krizlere davetiye çıkarmıştır.
Hayatın ve siyasetin olağan akışı içinde ağır veya arızi sorunlar hiçbir zaman eksik olmayacaktır.
Asıl marifet, asıl kabiliyet dönem dönem yeşeren ve hatta kesintisiz yaygınlaşıp yumak haline gelen sorunlara teslim olmak değil, onları çözecek irade maharetini her zaviyede sergileyebilmektir.
Meselenin can alıcı noktası, sorunun değil çözümün bir parçası olabilmektir.
Esen ilk rüzgara boyun eğilseydi, çıkan ilk zorluk karşısında teslim bayrağı çekilseydi ne tarih, ne millet, ne de devlet var olabilirdi.
Yapmak yerine yıkmayı tercih edenlerin, sinekten yağ çıkarmak için eleştiri kuyruğuna girenlerin bu düşüncemizi anlamasını beklemesek de hiç olmazsa üzerinde biraz tefekkür etmelerini tavsiye etmek en tabii hakkımızdır.
Aziz Atatürk 1937 yılındaki bir demecinde şunları söylemişti:
“Ben, 1919 yılı Mayısında Samsun’a çıktığım gün
elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu.
Yalnız büyük Türk milletinin soyluluğundan doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı.
İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.
Ben Türk ufuklarından bir gün kesinlikle bir güneş doğacağına, bunun sıcaklık ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum.”
Merhum Mazhar Müfit Kansu “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” isimli eserinde, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın felaketler ve yokluklar içinde nasıl bir mücadele azmi gösterdiğini detaylarıyla anlatmıştı.
Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Sivas’tan Ankara’ya gelirken, lütfen dikkat buyurunuz, ceplerindeki para 20 yumurta, 1 okka peynir, 10 ekmek almaya güç bela yetmişti.
Yol harçlığı için aldıkları para da borçtu.
Bindikleri eski püskü üç arabaları vardı ve ikisinin lastikleri dolmaydı.
Paraları yoktu, kazanacak imkanları yoktu, yiyecekleri yoktu, giyecekleri yoktu, elde yok avuçta yoktu, ancak muazzam bir inançları vardı, yılmaz bir mizaçları vardı, taviz vermeyen bir istiklal iradeleri vardı.
Esir yaşamaktansa seve seve şehadeti göze almış sarsılmaz bir duruşları vardı.
Türkiye Cumhuriyeti işte böylesi bir mücadeleyle taçlandı.
Milli Mücadele yıllarında mesela Antepliler muhteşem bir vatan savunması yapmışlardı.
103 yaşındayken ebediyete irtihal eden Antepli merhume Hatice Köse büyüğümüz bakınız açlık ve yoksullukla pekişmiş o yılları nasıl anlatmıştı:
“Biz o zamanlar çocuktuk.
Bir buğday tanesine bile muhtaçtık.
Annem bizi savaş döneminde bir süre kaleye götürmüştü.
Kalede yiyecek bulamadığımız zamanlarda annem ot toplar ve onları kaynatmaya başlardı.
Anneme, “ne oldu?” diye sorduğumuzda pişiyor derdi. Bu süreç biz uyuyana kadar devam ederdi. Ama bunları dert etmezdik.
Çünkü bilirdik ki, vatan kurtarılacaktı.”
Vatan olmadıktan, millet yaşamadıktan sonra az yesek ne olur çok yesek neye yarar?
Vatan namustur, namusun fiyatı ve ekonomik değeri ise asla olamayacaktır.
Sakarya Savaşı öncesi yayımlanan Tekalif-i Milliye emirlerini hatırlayınız, maddi imkansızlıklar içinde kıvranan, düşmanın karşısına imanıyla etten duvar ören Türk askerinin her türlü ihtiyacının karşılanması için aziz Türk milleti seferberlik içinde hareket etmişti.
Kimisi bir çift çorap, kimisi bir torba bulgur, kimisi bir çuval un, kimisi sahip olduğu bir binek hayvanı gönül huzuruyla ordusuna vermişti.
Türk milleti bütün maddi ve manevi varlığını vatanı için ortaya koymuştu.
Ve ne takdir edilecek bir gerçektir ki, Tekalif-i Milliye kapsamında milletten alınan ne varsa Cumhuriyet’in kuruluşunu müteakiben peyderpey hak sahiplerine iade edilmişti.
Kılıçdaroğlu’nun, geçtiğimiz günlerde CHP Parti Okulu’nda Atatürk’ü anlamak konulu ders verdiği medyaya yansımıştı.
Acaba anladığı neydi, anlattığı nelerdi?
İster istemez merak ediyor ve sormaktan kendimizi alamıyoruz.
Bilmediği ve tanımadığı bir şeyi, bir kişiyi anlatmaya çalışmak sadece cahillere özgü bir tutumdur.
Kaldı ki bugünkü CHP’nin neresi Atatürk’ün CHP’sine benzemektedir?
Atatürk tam bağımsızlıktır, Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı tam bağımlılıktır.
Atatürk Milli Mücadele’dir, Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı gayri milli odaktır.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin banisidir, Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı Türkiye’nin ayak bağıdır.
Atatürk inanmış bir Türk milliyetçisidir, Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı kozmopolit, küreselci, köksüz, kimliksiz, kalpsiz ve kapasitesizdir.
Zillet ittifakına kulak verirsek, sürekli olarak battığımızı, bittiğimizi, iflas ettiğimizi, heba ve heder olduğumuzu takılmış plak gibi söyleyip duruyorlar.
Kılı kırk yaran tecrübi akıldan yoksun kalmışlar.
İradeleri, yalçın kayalıkların ardına hapsedilmiş.
Millete hem şuur alanında hem de duygu planında mensubiyet duymaktan da acizler.
Bakınız ne diyordu Merhum Mehmet Akif Ersoy:
Batmazdı bu devlet, batacaktır! demiyeydik.
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Türk vatanını kurtaran muhteşem meziyet, haksız yenilgiye uğramış soylu bir medeniyetin tüm coğrafyasını kucaklayan, bu medeniyetin ve onun sahibi millet cevherinin onurunu ve haysiyetini kahramanca savunan şeref timsalidir.
Bizler bu şeref timsalinin emanetçileriyiz.
Bağımsız bir vicdan, hür bir kafa eşliğinde, ışık diye ateşe koşanları devamlı uyarıyoruz, zilletin kurduğu tuzakları işaret ediyoruz.
Merhum Cemil Meriç’in şu ibret verici sözlerinin tıpkısının aynısı zillet ittifakında buluşan partiler için de geçerlidir:
“Zavallı Türk aydını! Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu! Düşman putlarını takdis eder, hayranlıkla benimser.”
Sözde aydınlar ile Türkiye’yi badireden badireye sürüklemeyi hedefleyen zillet ittifakı birbirinin mütemmim cüzüdür.
Bunların aralarında hiçbir fark yoktur.
Ağızlarına ne milleti alırlar, ne de devletin hak ve çıkarlarını.
Sanki ağaç kovuğundan çıkmış gibilerdir.
Sadece kötümserlik servisi yapmazlar, aynı şekilde kötülük de yayarlar.
Dünyayı okuyamazlar, çağın gelişmelerini anlayamazlar, Türkiye’nin nereden nereye ulaştığını fak edemedikleri için gerçekleri küstahça çarpıtırlar, her konuyu derinlemesine istismar ederler.
Vatan ve millet uğruna katlanılmış çileleri bilmezler, soylu fedakarlıkları bir türlü kabullenemezler.
Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i, geçtiğimiz 10 Nisan günü şehit edilişinin 103’üncü yıl dönümünde duayla andık.
Bu kahraman, bu vatanperver, bu milletsever kaymakamımız, İstanbul Bayezid Meydanı’nda kurulan idam sehpasına 35 yaşında çıkarıldığında hala unutulmayan şu sözlerle haykırmıştı:
“Ben bir Türk memuruyum. Sizlere yemin ederim ki masumum. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet. Asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Borcum var, servetim yok. Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet.”
Merhum şehidimiz haksızlığa uğramıştı, zulme maruz kalmıştı.
Sevdası millet, gücü devletti.
Maalesef bir komploya, bir iftiraya kurban gitti.
Borcu vardı, sızlanmadı, şikayet etmedi, yalnızca görevini yaptı.
Türk milleti yeri geldi vefasını gösterdi, imkanlar nispetinde şehit kaymakamımızın ailesine el uzatıldı.
24 Temmuz 1922 tarihinde Dahiliye Vekaleti tarafından İcra Vekilleri Heyeti’ne gönderilen yazıda, dul eşine ve yetimlerine vatana hizmet tertibinden maaş bağlanması talep edildi.
Bu bir şükran ifadesi, bir nebze de olsa adalet tecellisiydi.
İcra Vekilleri Heyeti, yani Bakanlar Kurulu da Türk milletinin alicenaplığını gösterdi.
27 Temmuz 1922’de konuyla ilgili bir kararname yayımlanarak, Boğazlıyan Kaymakamı Şehit Mehmet Kemal Bey’in muhterem eşi Hatice Hanım ile oğlu Adnan Efendi’ye bin kuruş aylık bağlandı.
Demek istediğim şudur:
Haksızlıklar elbet bir gün maşeri vicdanın müdahalesiyle telafi edilir.
Ekonomik sıkıntı varsa, eli birliği yaparız, güç birliği yaparız, inanç birliği yaparız, hepsini aşarız.
Mağduriyet yaşayan varsa, günü saati geldiğinde devlet ve millet dayanışmasıyla hak ettiği sosyal ve ekonomik seviyelere mutlaka çıkartırız.
Sabırla, sebatla, metanetle, geçmişimizden aldığımız ilham ve itibarla geleceğimizin çok daha iyi olacağını bilmek ve buna inanmak durumundayız.
Ters propagandalara aldırış edemeyiz.
Akıntıya karşı kürek çekemeyiz.
Uçurumları kapatan köprülerin yıkılmasına sabır gösteremeyiz.
Mesele az yedik çok yedik, aç gezdik tok gezdik meselesi değildir.
Bugün yoksa yarın olacaktır, bugün eksikse yarın tamamlanacaktır.
Yeter ki Türkiye Cumhuriyeti egemenlik haklarıyla var olsun.
Yeter ki Türk milleti ebediyete kadar yaşasın dursun.
Fiyat artışları, zamlar, hayat pahalılığı, hepsi gelip geçicidir.
Dün böyleydi, bugün böyledir, yarın da akıbet aynı olacaktır.
Müslümana karamsarlık haramdır.
Mübarek Ramazan günlerinde bize has davranış kalıbı olan hüsnü zandan taviz vermemek esas olmalıdır.
Türkiye’nin zora girmesini siyasal rant olarak görenler, bu suretle bir iktidar devşireceklerini zannedeler tek kelimeyle kifayetsiz muhterislerdir.
Bunlar Türk milletinin ekmeğine, erdemine, enerjisine, emeğine ve emanetlerine hasım olmuş meymenetsizlerdir.
Biz, bir tas hoşaf, kuru bir ekmek yiyerek Çanakkale’de direnmiş bir milletiz.
Dangul dungul konuşan Kılıçdaroğlu ve zillet ittifakı neyden bahsediyor? Türkiye’yi hangi hakla kötü gösteriyor?
Bozgunda fetih rüyası görüyorlarsa, bu rüyalarının kabusla biteceğini görmeleri de mukadderdir.
Hisarımızda gedik açtırmayız.
Kalemizi düşürmeye kalkışanlara göz açtırmayacağız.
Cumhur İttifakı, hezimet ve hüsranın dışında kalp sefası arayan aziz milletimiz için parlak bir deniz feneridir.
Bütün yalanların maskesini indirmek, bütün oyunları bozmak için tetikte bekleyen fazilet ve feragat kuvvetidir.
Türkiye has bahçemizdir.
Türk milleti medarı iftiharımızdır.
Muzır ve mıymıntı bir muhalefet olan Zillet ittifakı peşin hükümdür, siyasi tortudur, donmuş hevestir, katılaşmış vicdandır, sefalete düşmüş siyasettir.
Bu ittifak cephesinin yaptığı şudur.
Anlaşmazlıkları çoğalt ve körükle, düşmanlıklara dönüştür.
Her şey yorum işidir, bir konu için, saptırılmış ve yanlış bin yorumu ağız birliği halinde imal et ve yaygınlaştır.
Kaşıkçı davasını kasten çarpıtanlar, Türkiye’nin üç beş kuruşa adaleti sattığını iddia edenler zillettedir.
Türkiye’nin bir moratoryuma gidebileceğini yazıp çizenler zillettedir.
Zamlardan şikayet edip, sonra da dönüp İstanbul’da toplu taşıma araçlarına yüzde 40 zam yapanlar zillettedir.
Terörist Demirtaş ile Sorosçu Kavala’nın mahkeme kararları için şaibeli diyenler zillettedir.
Cumhurbaşkanı adayının hüviyeti üzerinde tartışmaların körüklenmesi, o mu olsun, bu mu olsun, yoksa bir tavşan adayı ifşa edelim de asıl adayı geride mi tutalım arayışları zillet bir senaryodur.
Henüz bunlara ajansları icazet vermemiştir.
Henüz küresel efendileri bir adayı işaret etmemiştir.
Birbirlerinin kuyusunu kazıp aday enflasyonuyla vakit geçirenlere diyorum ki, bizim adayımız, Cumhur İttifakı’nın adayı bellidir, peki sizin çürük adayınız ne zaman ortaya çıkacaktır?
Neyi bekliyorsunuz?
Kripto talimatların yolunu mu gözlüyorsunuz?
Haydi gösterin adayınızı?
Cumhurbaşkanı adayını belirlemekten mahrum ve aciz bir ittifakın Türkiye’yi yönetmesinden, Türkiye’ye yön vermesinden, geleceğe taşıma iradesinden bahsetmek mümkün müdür?
Zillet ittifakının belirlenecek adayı göstermelik olacağına göre, müstakbel başbakan da hazırda beklediği biliniyorken, bu kadar ayak oyununa, bu kadar gürültüye, bu kadar polemiğe ne gerek vardır?
Korkmayın, kaçmayın, kaçak güreşmeyin, ipe un sermeyin, cambazlığa heves etmeyin, eklektik ve mütereddit davranmayın, ilan edin adayınızı da boyunun ölçüsünü görelim.
Devlet kurumlarının kapısına dayanan, en son olarak da Et ve Süt Kurumu’na musallat olan Kılıçdaroğlu ise etap etap Türkiye Cumhuriyeti’nin sabrını test eden, programlanmış bir işgalin provalarını yapan zırvadır, zorbadır, zillettir.
Türkiye zillete düşmeyecek, millet zilletin belini sandıkta kıracaktır.
Güvence Cumhur İttifakı’dır.
Ümit kaynağımız milli iradedir.
Biliniz ki, Türkiye, tefekkür ve tezekkür edilen Türkiye’den çok daha büyüktür.
İçinde bulunduğumuz zor günler yakında geride kalacaktır.
Türkiye Cumhur İttifakı’yla yükselecektir.
İstikbalin süper gücü Türkiye Cumhuriyeti olacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi de bu geleceğe heyecanla, cesaretle, inanmışlıkla, dağları delen bir sevdayla hizmet edecek, mutlaka da başaracaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Hiç şüphe yok ki, bizim 53 yıllık mazimiz, Türklüğün zorlu mücadele tarihinin tipik bir örneği, ibret veren bir emsalidir.
Kuruluşları ile iftihar ettiğimiz devletlerimizin zamanla nasıl yıkıldıklarını sorgulamaktan kaçınırsak karşımızdaki süreci doğru okumamız mümkün olmayacaktır.
Bu itibarla üzerinde yaşadığımız, stratejik tehditlerle kuşatılmış coğrafyamızda muktedir bir devlet beka düzeyinde bir ihtiyaçtır.
Suriye’den Ukrayna’ya, Irak’tan Yemen’e gördüğümüz ve şahit olduğumuz gerçekler bu ihtiyacın ne denli elzem ve mühim olduğunu bir kez daha teyit etmiştir.
Devlet milletiyle bir bütündür, devlet milletiyle güçlüdür.
Birisi olmadan diğerinin anlamı yoktur.
Jeo-politik ve jeo-stratejik hesaplaşmaların artış kaydettiği günümüz dünyasında milli devletlerin tekrar cazibe odağı olmaya başladığı da bir gerçektir.
Devlet yoksa barış yoktur, gelir yoktur, ekonomi yoktur, huzur yoktur, umut yoktur, bağımsızlık yoktur.
Bizim yönetim felsefemizin özü, devletle millet kaderinin bir ve aynı olmasıdır.
Türk milleti devlet yapan, devlet kuran, bu kapsamda dünya çapında mukayeseli üstünlüğe sahip beşeri bir kudrettir.
Geçmişimizde yaşananlar bunun delil ve ispatıdır.
Biliyoruz ki, 17 soylu kuruluş, aynı zamanda 16 hüzünlü yıkılışın sonucudur.
Bu sonuçta zaferlerle ve başarılarla dolu sayfalar kadar, zorlu ve sıkıntılı dönemler de vardır.
“Yıkmaktaki zafiyetimizi, kurmaktaki maharetimizle” telafi ederek daha fazla yol almamız mümkün değildir.
Yaklaşık iki asırlık küresel dayatma siyasetinin sonucunu, yalnızca son çeyrek yüzyılın siyasetine takılarak çözemeyeceğimiz de açıktır.
Bugün, Türk milletinin üzerinde oynanan oyunların başlangıcının yirminci asrın başındaki stratejik senaryolarda ve sömürge projelerinde saklı olduğunu görmeden sorunları ele almak bizi yanlışa götürecektir.
Bizleri doğru bir sonuca götürecek yaklaşım, Türk milliyetçiliğinin, Türk tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti içindeki yeri ve öneminin doğru analizinden geçmektedir.
Bu bizi vazgeçilmez bir gerçeğe ulaştırır ki, o gerçek de ebedi vatanımız Anadolu’da, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşamaktan başka tercihimizin ve düşüncemizin olmadığıdır.
O halde, yeni bir bin yılı yakalamak, geçmiş bin yılların acı ve tatlı tecrübelerini tanımaktan ve onları tam bir tarafsızlıkla özümsemekten geçmektedir.
Geleceği konuşmaktan korkanların ve kaçanların, geriye takılıp kalmaları ve yalnızca geride kalanları konuşmaları esasen bu yüzdendir.
Ama benim onlara da bir tavsiyem olacaktır: Gözlerini geleceğe, ufka çevirmeseler bile; geçmişe, doğru ve tahlilci bir anlayışla baktıklarında;
- Gafil yönetimler elinde zayıflamış milli kimliğin,
- Töreden uzaklaşma ile tahrip olmuş esenliğin,
- Kısır ve basit menfaat kavgalarının kaybettirdiği coğrafyaların;
- Düşülmüş tuzaklar, aldanılmış oyunlarla çözülen millet birliğinin,
- Elbette ve en önemlisi, başkalaşma, yabancılaşma ve yozlaşma ile bozulan değerlerin ve kaybedilen özgüvenin, bir büyük milleti nasıl taviz, teslimiyet ve tükeniş döngüsüne mahkûm ettiğini görebilmeleridir.
Ve tabi ki, bütün bu vizyonun oluşmasının ilk şartı, kendisini fark etmiş bir fikri uyanışın, yıllardır yattığı yerden doğrulup etrafında ne olup bittiğine bakması ile mümkün olacaktır.
Türkiye ve Türk milleti, milli bekasının devamı konusunda tarihinin en kritik dönemlerinden birisi ile yüz yüzedir.
Bunu görmeden atılacak her adım boşluğa düşmeye mahkumdur.
Zillet ittifakının yanlışı da buradadır.
Milli birliğimizi, milli ve manevi değerlerimizi kırılma noktasına kadar bükmeyi amaç edinenler, risk ve tehditleri doğru okuyamayan, mevzi bakıştan kurtulamayan, çıkar için Türkiye aleyhtarı çevrelerle içli dışlı olmaktan sakınmayan siyasi garabetlerdir.
Kuşatılan Türkiye, yargılanan millet, sarsılan devlet, sorgulanan tarih, yozlaşan ahlak, parçalanan birlik, hançerlenen vatan, kaybolan nesiller, çürüyen değerler, çözülen doku maalesef CHP’sinden İP’ine, HDP’sinden diğer marjinal partilere kadar hepsinin ortak gayesidir.
Önümüzde Türk milleti ve onunla anlam taşıyan Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı için zorlu bir dönem vardır.
Bu nedenle;
Cılız bir ideolojik destekle, olan biteni hariçten seyretmenin,
Anıları kafi görerek geleceğin analizini yapmadan mevcutla meşgul olmanın,
Her söylenene inanarak, hiçbir katkı sağlamadan eleştiri üzerine eleştiri yapmanın,
Yalnızca heyecandan ibaret bir destek ile sağduyudan uzak macera arayışının,
Çağa ve hayata bakmadan günübirlik yaşamanın ve yorumlamanın kimseye ve Türkiye’mize bir katkısı olmayacaktır.
Biz hedefleri büyük, hevesleri küçük bir ülke olarak kalamayız.
Milletimizi, milletler mücadelesinin en üstünde görmek, devletimizi lider ülke yapmak siyasi hedeflerimize ulaşmakla mümkün olacaktır.
2023 yılında, Cumhur İttifakı’nın kesin zaferinden başka hiçbir siyasi sonuç bizim susuzluğumuzu dindiremez.
Alınan mesafe ve gidişat bu kutlu hedefi işaret etmektedir.
Ve parti olarak verdiğimiz mücadele buna fazlasıyla layıktır.
Bizi bilenler bilir. Bizi tanıyanlar tanır.
Biz kendimiz için hiçbir şey aramayız, istemeyiz, dilemeyiz.
Ama milletimiz mevzubahis olursa, kararlılığımızın, ülkülerimizin, arayışlarımızın sınırı yoktur.
Bu yüzden Milliyetçi Hareket Partisi, bakışlarını ufkun ötesine, sonsuzluğa dikmiştir.
Ve Türklüğün kucakladığı hakkaniyetli bir küresel dengenin tesisi için ne gerekiyorsa yapmayı hedef belirlemiştir.
Ancak, gözlerimiz sonsuzluğa kilitlenirken, önümüze çıkan çukurlara düşemeyiz
Günlük gailelerin ve yaşanan hayatın hepimiz üzerindeki yavaşlatıcı etkisi malumunuzdur.
Heyecanları tükenenlerin bu hedefi sorgulayacaklarını ve kuşku duymaya başlayacaklarının da farkındayız.
Ancak unutmayalım ki,
13 asır önce Ötüken’den kutlu hakanların buyruğu olarak yola çıkan mesajlar bizi milletler mücadelesinde bugün var edebiliyorsa;
Bugün söyleyeceklerimiz de milletimizin devamını ve yükselişini yeni bir 13 asır daha niçin taşıyamasın, neden ulaştıramasın?
Milli tarihimiz asırlar, fikri tarihimiz 1,5 asır, siyasi hareketimiz ise 53 önce pırıl pırıl ve berrak bir kaynaktan tarihi yolculuğuna başlamıştır.
Çağlayarak ilerleyen bu yolculuğunda,
Kendi yatağını kendi açarak,
Önüne çekilmiş engelleri ve bentleri gün gün aşarak;
Birleşecek gövde arayan başka pınarları da bünyesine katarak,
Kendi mecrasında büyüyerek akmaya devam etmektedir.
Bu düzenli ilerleyiş çaydan dereye ve dereden nehire yöneliş, sonunda mutlaka bereketli ve muhteşem bir deryayı oluşturmayı başaracaktır. Mutlaka başarmalıdır.
Biz mevsimlere göre kuruyarak çekilen veya yağışa göre sel olup taşan ve bulanan bir suyun arayışında değiliz.
Bizim doğru yerde, doğru zamanda ve doğru insanlarla buluşmaktan zaman zaman dile getirdiğimiz kastımız da budur.
Bizim siyaseten ilerleyişimizin yol haritasında sabır, akıl, şuur, iman, denge, ihtiyat yer almaktadır.
Bize yol gösteren en önemli kılavuz, tarihimizin bilhassa ibret ve ders almamız gereken ıztıraplı sayfalarıdır.
Biz dersimizi tarihten aldık. Önümüze tarihi kılavuz olarak koyduk.
Bu nedenle, bugüne kadar devam eden siyasal hayatında partimiz, günlük siyasete hiç alet olmamıştır.
Kalıcı ve sürekli hamleleri ve hedefleri savunarak popülist siyasetin kirliliğinden hep uzak durmaya çalışmıştır.
Zira bizim hedeflerimiz büyüktür. Gözlerimiz ufka bakmaktadır.
Elbette ki bu kendiliğinden erişilecek başarı değildir.
Zor, zahmetli bir mücadelenin, sağlam bir karakterin ve feda edilmiş ikballerin sonucu olacaktır.
Bu milliyetçi-ülkücü olmanın kaçınılmaz bir bedelidir.
Ancak ve ancak bu bedeli göze alanlar bu yolculuğa çıkabilirler.
Bunun için, tehdit ne derece büyük, tehlike ne kadar yakın, engeller nasıl olursa olsun taşıdığımız milli şuur öfkemizi bastırmak durumundadır.
Sorunlardan ve sıkıntılardan ürkmemek; suçlamalardan ve zorluklardan yılmamak, tuzaklardan ve karanlıklardan uzak durmak lâzımdır.
Milliyetçilik ve millet sevgisi elbette ki bizim tekelimizde değildir.
Herkes milliyetçi olabilir, hatta olmalıdır. Milliyetçiler her kurumda bulunabilir. Bulunmalıdır. Hepsine saygı duyarız.
Ancak, milliyetçiliği hayatın her alanında, uygulanabilir bir siyasal yönetim projesi olarak benimseyen tek parti Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Ülkücüyüm, milliyetçiyim diyen kim varsa ana çatısı, ana kucağı Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Milliyetçi Hareket Partisi, yalnızca Türkiye’yi değil artık bölge ülkelerindeki soydaşlarımızı, müşterek kültür dairesinde yaşayan mazlum milletleri küresel kargaşadan kurtaracak bir anlayışın da temsilcisidir.
Bu itibarla Ukrayna’daki sıcak gelişmeleri yakından ve donanımlı fikri muhtevayla takip ediyoruz.
Pakistan’daki demokrasi ayıplarını, dış telkin ve baskıları üzülerek izliyoruz.
İnsan merkezli, hak ve adalet ilkelerine uygun, gönüllü paylaşımı ve işbirliğini amaçlayan, kaynakları insanlığın istifadesine sunan küresel düzeyde bir aydınlanma sürecinin başlaması ertelenemez bir mecburiyet olarak karşımızdadır.
Küresel tahakkümün yanı sıra medeni unsurların stratejik hesaplarla birlikte giderek bütün dünyayı etkisi altına alması Türkiye’nin sorumluluğunu daha da artırmaktadır.
Bütün karmaşık ilişkileri ve ağır sorunları kavrayabilecek milli bir vizyona sahip bir Türkiye gerçeği küresel düzeyde bildik ülkelerin uykularını kaçırmaktadır.
Kendi kültür değerlerine dayanmayan ve sorunlara kendi milli perspektifinden bakamayan milletlerin ve ülkelerin küresel dayatmalara karşı teslim olmaktan başka çareleri de yoktur.
Değerli Milletvekilleri,
Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan ve 58’inci gününe giren savaşın bir an evvel çözüm iklimiyle buluşması samimi dileğimiz ve beklentimizdir.
Bu haksız savaşın sürmesini, Ukrayna halkının kanının akmasını, Rusya’nın enerji ve gücünü kaybetmesini gözleyen, isteyen, bunun için faal halde bulunan çevrelerin varlığı gizlenemez boyutlardadır.
Küresel hâkimiyet mücadelesi mazlumların canı pahasına sürdürülmektedir.
Savaş baronları silahların susmasına karşıdır.
ABD Dışişleri Bakanı, Ukrayna’nın savaşı kazanacağını iddia ederek kanlı boğuşmayı sürekli tahrik ve teşvik etmektedir.
NATO Genel Sekreteri, savaşın aylarca, hatta yıllarca devam edebileceğini dile getirmektedir.
Kalıcı çözüme hizmet eden, ateşkes rejiminin tezahürüne destek veren Türkiye’den başka ikinci bir ülke aransa dahi bulunamayacaktır.
Türkiye’nin devrede olması, aktif ve çok boyutlu dış politikayla arabuluculuğa soyunması özellikle ABD ve yanında hizalanmış ülkeleri rahatsız etmektedir.
ABD tarafından F-16 savaş uçaklarıyla ilgili müspet, fakat genel ve kesinlik içermeyen ifadeler zamanlama itibariyle manidar olup göz boyamaya yöneliktir.
Türkiye barış konusunda nettir, başkaları gibi ikircikli tavır içinde değildir.
Rusya ile Ukrayna arasındaki kanlı mücadelenin devamını arzulayan, istikrarsızlığının kamçılanarak kökleşmesini amaçlayan hiçbir ülke iyi niyetli görülemez.
Birleşik Krallık Başbakanı’nın böylesi bir zamanda Ukrayna’yı ziyaret edip Zelenski’nin üzerinde psikolojik baskı kurması çok dikkat çekmiştir.
Esas gündem ve temini zorunlu olan hedef Rusya ile Ukrayna arasında ateşkesin sağlanmasıdır.
Ne var ki, ABD ile Birleşik Krallık ateşkes ümitlerini sabote etmek için her yola müracaat edecek cibilliyet ve zihniyettedir.
Rusya Dışişleri Bakanı, 7 Nisan 2022 tarihinde yaptığı bir açıklamada, Ukrayna’nın 6 Nisan’da kendilerine verdiği yeni taslak metnin İstanbul’da müzakere edilen metinden oldukça farklı olduğunu belirtmiştir.
Bize göre, fırsatı ganimete çevirip araya giren mihraklar müzakereleri ve görüşülen konu başlıklarını yokuşa sürmek için yoğun mesai içindedir.
Kendi eyaletlerini yönetme zorluğu çeken, küresel barış ve istikrara zerre kadar destek vermeyen Biden’in krizin derinleşmesi için olağanüstü bir çaba sarfetmesi adil, ahlaki ve hukuki bir yaklaşım olarak görülemeyecektir.
Buna rağmen Türkiye baskı ve dayatmalara karşı direnmekte, ilkesel duruşunu muhafaza etmektedir.
NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı vesilesiyle Ukrayna’lı mevkidaşıyla görüşen Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun “liderler düzeyinde üçlü bir toplantıyı yapmak için uzlaştık. Önce dışişleri bakanları bir araya gelecek, sonra da liderler toplanacak” sözleri ateşkes ve barış mimarisi yolunda çok değerli bir açıklamadır.
Kim ne söylerse söylesin, yola çıkan kervan hedefine inşallah ulaşacaktır.
Kazanan barış ve sağduyu olacaktır.
Rusya ve Ukrayna arasında aklıselimin galip geleceğine, Türkiye’nin de bu sürece dürüstçe katkı vereceğine inancımız tamdır.
Küresel oyunların bitmek bilmeyen yeni senaryoları tedavülde olsa da, insanlık değerleri eninde sonunda içine çekildiği girdaptan çıkacaktır.
Türkiye ile sıcak diyalog geliştiren, Karabağ’da Azerbaycan’ın arkasında duran, Rusya’ya karşı alınan yaptırım kararlarına soğuk ve mesafeli yaklaşan Pakistan’ın mevcut durumu da üzüntü vericidir.
Başbakan İmran Han’ın düzmece taktiklerle, güven oylamasının zoraki tekrarıyla ve anti demokratik vasıtalarla düşürülmesi bu ülkeyle birlikte bölge istikrarına tehlikeli bir darbedir.
Pakistan örneği, aziz milletimizin iradesiyle tecelli eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin nasıl bir tarihi karar ve kazanım olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu yeni hükümet sistemiyle siyasi krizler çıkmadan önüne geçilmiş, milletin iradesine gölge düşürmek isteyen odakların hevesleri peşinen kursaklarında bırakılmıştır.
Dileğimiz Pakistan’ın siyasi ve toplumsal istikrara bir an evvel kavuşmasıdır.
Bir başka konu da Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ temelli barış görüşmeleri ve Fransa’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimidir.
Memnuniyetle ifade etmek isterim ki, Azerbaycan ile Ermenistan barış görüşmeleri konusunda anlaşmışlar, bu ay sonuna kadar bir komisyon oluşturulması hususunda mutabakata varmışlardır.
Fransa’daki seçimlerin ikinci tura kalması, bu ülkedeki siyasi tercihlere yabancı düşmanlığının yansıması gelecek için tehlike sinyalleri vermektedir.
Demokrasiyi, insan haklarını, düşünce ve ifade hürriyetini, insan onuruna hürmeti yegane savunan, lafta değil özde sahiplenen herkes bilmelidir ki, büyük Türk milletidir, şanlı tarihimiz bu yalın ve çarpıcı hakikatin bizatihi şahididir.
Muhterem Arkadaşlarım,
Ülkemizin zarar göreceğini düşündüğümüz her milli meselede son sözü söyleyecek olan millet ve onun değerlerini temsil eden partiler, fikirler ve kamuoyudur.
Milliyetçi Hareket Partisi yeni bir siyasi hareket değildir.
Türkiye için düşündükleri bellidir ve asla kırılma yaşamamıştır.
Stratejik oyunların farkındadır, gelişmeleri geçmiş, bugün ve gelecek boyutuyla kavrayıp tahlil yapacak vizyonu ve kadroları vardır.
Milliyetçi Hareket Partisi, kurulduğundan beri verdiği mücadele ile özellikle milli kimlik ve milli beka ile ilgili konularda Türk siyasetinde yer edinmiştir.
Bu konulardaki duruş, görüş ve icraatları ile millet varlığının en önemli güvencesi, milli meselelerin en hassas takipçisi olmuştur.
Bizim geçmişte dile getirdiğimiz “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” ilkesi aslında bu hassasiyetin bir ifadesidir.
Bugüne kadar her milli meselede, arkasındaki seçmen desteğinin büyüklüğü ne olursa olsun kamuoyu partimizin ne dediğine ve kadrolarımızın ne yaptığına ve ne yapacağına dikkat kesilmiştir.
Üstelik bizim görüşlerimiz günübirlik gelişmeleri magazin haberi haline getiren sığ ve yüzeysel konuşmalar değil, stratejik derinliği olan, ayrıntılı tahlillere dayanan kalıcı ve köklü arayışların neticesidir.
Elbette ki, siyasi hareketlerin toplum ve siyaset zemini üzerindeki varlıkları ve ağırlıkları, sahip oldukları fikirleri, programları, sorunları tespit etme ve çözme becerileri ile doğrudan ilişkilidir.
Ne var ki gizlisi saklısı olmayan, özü sözü bir, tavrı ve düşüncesi bilinen bir siyasi hareketin, yeri geldiğinde konuşması ve mücadelesi kadar, yeri geldiğinde yalnızca “duruş” göstermesi bile başlı başına bir siyaset imtiyazıdır.
Türkiye’nin karşısına hizalanmış zillet ve ihanet cephesi, milletimizin yürüyüşünü durduramayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi, bu şer cepheyle sonuna kadar mücadele edecektir.
Geldiğimiz bu aşamada,
Ya, bu zillet cephesi Türkiye’nin birlikte yaşama iradesini kırarak ülkeyi uçuruma çekecektir.
Ya da, Türk milleti ayağa kalkacak, muhataplarına gereken cevabı iradesiyle vererek zilletin belini kıracaktır.
Bunun başka yolu ve yorumu kalmamıştır.
Vatanını seven hiç kimsenin tepkisiz kalamayacağı, suskun duramayacağı; hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bu tablo karşısında, ne öne sürülecek bahaneler, ne mazeret olacak gerekçeler konunun vahametini azaltmayacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, hepinizi bir kez daha saygı ve sevgilerimle selamlıyor, başarılı ve sağlıklı bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.