Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin 16 Ocak 2024 tarihli MHP Grup Toplantısı’nda yapmış oldukları konuşma şu şekildedir:
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
2024 yılının ilk grup toplantısına başlarken sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyor; başarılı, sağlıklı ve huzurlu bir yıl geçirmenizi temenni ediyorum.
Bugünkü toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından; televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden tüm vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda hayat ve haysiyet mücadelesi veren kardeşlerimize en kalbi, en halisane selamlarımı iletiyorum.
Konuşmamın ilerleyen aşamalarında detaylarıyla temas edeceğim üzere, terörle mücadele esnasında şehit düşen kahramanlarımız bizleri ne kadar hüzünlendirse de, Türk ve Türkiye Yüzyılının birinci etabına umutlarla, kararlı adımlarla girmiş bulunuyoruz.
Önümüzdeki yüzyıla Türk milletinin mührünü vurmanın gayret ve gayesiyle çalışmalarımıza hız katıyor, derinlik kazandırıyoruz.
Milli yüreklerin toplu vuruşuyla dengeli ve devamlı ilerleyişin kararındayız.
Hz.Mevlana’nın, “Tut ki Ali’den miras kaldı sana Zülfikar! Sende Ali’nin yüreği yoksa Zülfikar neye yarar!” sözünden hareketle, Zülfikar’ı taşıyacak cesur yüreğin Türk milletinde olduğuna inanıyoruz.
Kuytu bir orman köşesindeki avuç içi kadar gölün durgunluğuyla değil; rüzgarlı, dalgalı, uçsuz bucaksız bir okyanusun enginliğiyle hayatı ve hadiselerin akışını kavrıyoruz.
Kafamızın içinde kanat çırpan ahlaki ve milli düşüncelerin ivme ve ikmaliyle; Türk milletinin var oluş haklarını, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik hukukunu korkusuzca savunuyoruz.
Yalan, dolan ve riyanın daha serbest, daha sakıncasız, daha kolay olduğu tuhaf bir insanlık döneminde yaşıyor olsak da, bizim yönümüz doğrudur, yolumuz doğrudur, sözümüz doğrudur, özümüz doğrudur, duruşumuz dosdoğrudur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözünden feyiz alarak özellikle şunu dile getirmem lazımdır ki, kıvılcım halinde girdiğimiz her mücadelede dev bir volkana dönüşmek yegane amacımızdır.
Hamd olsun şimdiye kadar maksat hasıl olmuş, içine girdiğimiz hiçbir mücadelede yüzümüz hiç kara çıkmamıştır.
2024 yılının geneline baktığımızda bizi bekleyen iki mühim siyasi dönüm noktası vardır ve bunlar hem partimiz hem de ülkemiz adına ciddi gelişmelere sahne olacaktır.
İlk dönüm noktası, 17 Mart 2024 tarihinde demokratik şölen havasında yapmayı planladığımız 14.Olağan Büyük Kurultayımızdır.
Milliyetçi Hareket Partisi, Türk siyasetinde muhkem ve müstesna bir mevkii bulunan, aynı zamanda 55 yıllık köklü bir geçmişe dayanan millet ve tarih eseridir.
Üç hilal, Milliyetçi-Ülkücü ömürlerin fedakârlıklarıyla yükselmiştir.
Üç hilal, şehit ve gazilerimizin yere düşen alın terlerinin, toprağa dökülen temiz kanlarının, gösterilen sabırların, edilen duaların hikmetiyle var olagelmiştir.
Üç hilal, kutlu ecdadımızın kader, sefer ve zafer tuğuyken; son 55 yıldır Türk milletinin huzur, kardeşlik, dirayet ve birlik sancağıdır ve bu sancak serdengeçti gönüllerin, iman erlerinin, kahraman nesillerin, ülkücü doğup ülkücü ölmeye ant içmişlerin şeref payesidir.
14.Olağan Büyük Kurultayımız, yeni yüzyılın şuurunu taşıyacak, yenilenmiş kadro ve yüksek hedeflerin tayininde stratejik bir rol oynayacaktır.
Önümüzdeki kurultayda;
Türk Devri sorumluluklarının idrakinde olan,
Ben değil biz diyen, kibri ve bencilliği elinin tersiyle iten,
Hesabi değil hasbi bakan,
Çıkarlarını omuzlamak yerine davayı omuzlayan,
Bana kimse dokunmasın demek yerine risk alan,
Nefsini dizginlemeyi başaran,
Orada burada saklanmayı tercih eden değil her türlü saldırı ve iftiralara göğüs geren,
Pişmiş aşa su katmaktansa çorbada tuzum olsun diyen kim varsa başımın gözümün üstündedir, elbette onlarla yolumuz bir ve aynıdır.
14.Olağan Büyük Kurultayımız huzurlu Türkiye’nin anahtarıdır.
14.Olağan Büyük Kurultayımız Lider Ülke Türkiye’nin adımıdır.
14.Olağan Büyük Kurultayımız Kızılelma’dan Turana, İ’la-yi Kelimetullah’tan yeni Türk asrına milliyetçi iradenin fikri ve siyasi eylem çağrısı, bu çağrının anlatım ve açıklamasıdır.
Değerli Milletvekilleri,
2024 yılında bizi bekleyen ikinci siyasi dönüm noktası da, 31 Mart Mahalli İdareler Seçimleridir.
Bildiğiniz gibi, partimizin 55.yılı münasebetiyle, 55’şer isimden müteşekkil belediye başkan aday listelerimizin ilkini 10 Ocak 2024, ikincisini 11 Ocak 2024, üçüncüsünü de 15 Ocak 2024 tarihinde milletimizle paylaştık.
Nitekim bugüne kadar 165 belediye başkan adayımızı belirleyip ilan ettik.
Üzerinde çalıştığımız diğer adaylarımızı da aynı şekilde ve peyderpey kamuoyunun bilgisine sunmayı planlıyoruz.
Bunun yanı sıra, diğer partiler de belediye başkan adaylarını açıklamaktadır.
CHP’de işler iyice sarpa sarmış, belediye başkan adaylarının tespitinde kriz ve karışıklık artık bastırılamaz şekilde gün yüzüne çıkmıştır.
İçeriden DEM’lenen, dışarıdan yemlenen CHP yönetimi akli, fikri ve siyasi melekelerini kaybetmekle kalmamış, istikametini hepten şaşırmıştır.
1984 yılından buyana terörle mücadelede çok sayıda şehit ve gazi verilmiştir.
Bu çerçevede terörün kanlı suikastlarından milletimizin tamamı müteessir olmuş, milli yüreklere ateş düşmüştür.
Terör ve bölücülük mağduru milletimizin güçlü iradesi DEM’lenmiş CHP’den hesap sormaya yeterlidir.
Kırk yıllık zaman diliminde hayatını kaybeden sivil vatandaşlarımızın yanında; asker, polis, korucu şehit ve gazilerimizin muhterem ailelerinin, yakınlarının ve sosyal muhitlerinde yer alan sevenlerinin sandık gücü bugünkü CHP’nin alacağı oy miktarının çok üstünde olmalıdır.
Doğal ve doğru olanı da budur.
Bedel ödemiş, acı çekmiş, gözyaşlarını içine akıtmış, şehit tabutu kaldırmış millet evlatlarının mecmuuyla DEM’lenmiş CHP’nin oyları arasında büyük fark ortaya çıkmalıdır.
Eğer bu fark oluşmuyorsa, son kırk yıla damga vuran terör zulmü nereye konulacak, bölücü ihanetin milli iradenin önüne geçmesi nasıl hazmedilecektir?
DEM’lenmiş CHP’nin demokratik ıslah, terbiye ve tecziyesinin zamanı gelmiştir, işte o zaman 31 Mart’tır.
Kendi içinde kavgalı ve kutuplaşmış müflis bir siyasi partinin yerel yönetimlerden ayıklanması, halihazırda idaresi altında bulunan belediyelerden atılıp uzaklaştırılması geldiğimiz bu aşamada artık bir demokrasi namusudur.
31 Mart 2024 tarihinde, Türk siyaset tarihinin kilit mahiyetindeki seçimlerinin yapılacak olması; pek tabii bizim dikkat, dirayet, tedbir, temkin ve heyecanımızı doğal olarak yoğunlaştırmamızı gerektirmektedir.
Merkezi yönetimle birebir uyumlu yerel yönetimlerin tezahürü Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerine, aynı zamanda milletimizin refah, mutluluk ve güven beklentisine doğrudan hizmettir.
Cumhur İttifakı olarak bu kutlu hizmete talibiz, vaki hizmetkarlığa tüm varlığımızla, tüm imkanlarımızla hazırız.
Bizde laf cambazlığı, kuyu kazma çaşıtlığı, eşkıya cazgırlığı, emperyalizm candanlığı, milli değerler cahilliği, terör ve bölücülük casusluğu değil; Türk ve Türkiye sevdasıyla yoğrulmuş kocaman ve inanmış bir yürek vardır; bu suretle zulmetin ve zilletin karanlığı Allah’ın izniyle yarılacaktır.
Geçen hafta bir televizyon kanalında yayımlanan ve bir derginin düzenlediği “Cumhuriyet’in Aydınlık Yüzleri” ödül töreninde konuşan, Türkiye’ye yabancıların gözüyle bakan Livaneli soy isimli bir zat, beş para etmez aklının dibine çöreklenmiş kiri pası bayağı bir dille açık etmiştir.
Neymiş, 31 Mart seçimlerinde, “Ya gerici ordular, avcı taburları ya da hareket ordusu kazanacakmış”
Bildiğimiz ve takip ettiğimiz kadarıyla Türkiye’de gerici ordu değil, kahraman Türk silahlı Kuvvetleri vardır ve düşman çatlamaktadır.
Yine avcı taburları diye bir şeyi ne gören, ne duyan, ne de şahit olan söz konusudur.
Meselenin püf noktası, Livaneli’nin bu tarihi çarpıtmasını ve milli iradeye layık gördüğü alçak iftirasını gülümseyerek ve hatta sevinç içinde dinleyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ndan sadra şifa tek bir itiraz gelmemiş olmasıdır.
Çünkü alın birisini vurun ötekine.
Çünkü bunlar Türkiye karşıtlığında buluşan, millete en ağır hakaretleri reva gören, sandığı ve demokrasiyi küçümseyen yeni yetme yobaz zihniyetlerdir.
Bir defa şu hususu ifade etmek isterim ki;
Millete gerici demek küfürdür, kifayetsizliktir.
Millete gerici demek Türkiye’ye geriden bakmaktır.
Millete gerici demek hürmetsizlik ve haramzadeliktir.
Millete gerici demek su katılmamış bir soysuzluktur.
Bu firavunca sözlerin cevabını bilhassa İstanbullu kardeşlerim 31 Mart 2024 tarihinde sandığın başında oylarıyla vereceklerdir.
Büyüklük taslayan küçülmüş siyasi zihniyetlerden yerel yönetimler ölçeğinde kurtuluş 31 Mart’ta yaşanacaktır.
31 Mart’ta İstanbul Allah’ın izniyle Muradına kavuşacak, avcı taburları hezeyanını toplumsal bünyeye aşılamak isteyen asıl gerici ve kör taassup mağlup ve mahcup edilecektir.
Mevsimlik belediye başkanlığı yapan, boş zamanlarında belediyeye uğrayan, bunun dışında her taşın altından çıkan, politikada ayak oyunlarıyla meşgul olan şahsa İstanbullu kardeşlerimin son yapacağı, tezkeresini eline tutuşturup Saraçhane’den yollamaktır.
Sonrasında nereye gidiyorsa gitmeli, bir daha da İstanbul’un yıllarını çalmaya cüret etmemelidir.
İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in, Adana’nın, Aydın’ın, Antalya’nın, Mersin’in, Muğla’nın, Hatay’ın, Eskişehir’in, Tekirdağ’ın, Diyarbakır’ın, Mardin’in, Van’ın makus ve meyus talihi cumhurun muhterem ve muteber iradesiyle değişecek, emanet ehline teslim edilecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak var olan belediye başkanlığı sayımızı hem artırmak hem de Cumhur İttifakı’nın kesin ve ezici başarıya ulaşması için insanüstü bir emekle çalışmak öncelikli görev ve sorumluluğumuzdur.
Görevden kaçmayacağız.
Hedeflerimizden sapmayacağız.
Yorulmayı lügatimizden çıkarıp atacağız.
Vatanımızın her yöresinde geceli gündüzlü vatandaşlarımızla buluşacağız.
Umutları tazeleyeceğiz, üretken belediyeciliği müjdeleyeceğiz, Cumhur İttifakı’nın ortak iradesiyle yerel yönetimlerdeki ölü toprağını kaldırıp son beş yıllık fetret devrine son vereceğiz.
Değerli Milletvekilleri,
Bir görüşe göre strateji, kiminle savaşılacağına karar veren politikayla, çatışmanın fiilen yer aldığı taktik arasındaki faaliyetler alanıdır.
Stratejideki hatalar taktik doğrularla düzeltilemez.
Doğru strateji yanlış taktiklerle de mesafe alamaz.
İşin özünde en göz alıcı stratejik güç, kullanılmaya en az ihtiyaç gösterendir.
Caydırıcı olanın yaptırımı da artacaktır.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından tesis ve tecelli eden uluslararası sistem mekaniğini bir gemi metaforuna benzetecek olursak, bu gemi her tarafından su almaktadır.
Ne kadar sızlansak da gerçek olan, hukukun üstünlüğü yerine gücün ve güçlülerin hukukunun egemenliğidir.
Müesses uluslararası nizamın bugünkü vasatında, stratejik rekabetler, jeopolitik mücadeleler, hegemonik cepheleşmeler, vekalet savaşları, asimetrik hesaplaşmalar, siyasi ve ekonomik ablukalar, ticari ve diplomatik boğuşmalar, maneviyattaki tahribatlar, insan onuruna yönelik saldırılar gelecekle ilgili pozitif bekleyişleri maalesef gölgelemektedir.
AB ve ABD merkezli siyasi ve düşünce akımlarının sorgulanması, batı paradigmasını da tartışmaya açmaktadır.
Hangi zaviyeden bakarsak bakalım insanlık buhrandadır ve bunun nevzuhur bir Ortaçağ yapısıyla tarif ve tevili bize göre akla en yatkınıdır.
İsmini zikretmekten bile utandığım bir günah adasında, serveti ve şöhreti olan insanlık defolarının, reşit olmayan kız çocuklarına karşı iğrenç muameleleri hiçbir bahaneyle izah edilemeyecek türden bir skandal, hatta barbarlıktır.
İsrail masum bir halkın kanını dökerken, ABD’de bir sinagogun altında deşifre edilen yasa dışı tünellerden insan ticaretine, pedofiliye ve organ mafyasına dair bulgular elde edilmiş, sonuçta oluk oluk pislik akmıştır.
Hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bu karanlık tabloyu medeniyet ve modernlik diye yutturmaya kalkmak aklın, ahlakın ve mantığın ihlal ve inkarından başka bir şey değildir.
Batının çürüyen devlet ve toplum bünyesinin saçtığı habis virüsler aynı anda dünyanın diğer coğrafyalarına da bulaşmakta, bu durum medeniyet ve milletleri baştan ayağa tehdit etmektedir.
Bu kapsamda bizim ‘İnsanlığın Huzur Projesi’ni hazırlama konusunda ne kadar haklı ve isabetli bir karar aldığımız sanıyorum daha da iyi anlaşılacaktır.
ABD ve İngiltere’nin müştereken Yemen’e saldırması, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki mezalimleri sadece mazlumların değil, aslında insan haklarının, insanlık onurunun, bölgesel huzur ve istikrarın hiçe sayılmasıdır.
Dünyanın en yoksul ülkelerine saldırmak, suçsuz günahsız insanları gelişmiş füzelerle vurmak yalnızca vandallık değil, bunun yanında acizlik ve korkaklıktır.
Bize göre hakim uluslararası sistem çöküş aşamasına geçmiş, bağlayıcılığını ve inandırıcılığını tamamen yitirmiştir.
21.yüzyılda soykırım suçu işleyen İsrail’in Lahey’deki yargılanması yeni gelişmeleri tetikleme ihtimali taşımakla birlikte, bu terör devletine destek veren ABD’nin de gittikçe irtifa ve itibar kaybettiği açıktır.
İnancım odur ki, İsrail ve ABD günü geldiğinde damla damla akıttıkları kanların hesabını muhakkak vereceklerdir.
Bize göre bilhassa Amerikalılar, ABD’ye sahip çıkmalı, böyle gelse de, böyle gitmeyeceğini bariz olarak görmelidirler.
Tarihin hiçbir döneminde zulümle ayakta kalmış, kan dökerek, can alarak, sömürerek, yağmalayarak varlığını sürdürebilmiş bir devlete tesadüf edilmemiştir.
Amerikan vatandaşları hem kendi gelecekleri hem de dünyanın geleceği açısından ABD’yi adil, insani, vicdani ve hukuki rotaya çekmekle mesuldürler.
ABD sözde müttefik bir ülkedir.
Ancak Türkiye’ye karşı yapmadığı kötülük, oynamadığı oyun, tezgahlamadığı saldırı, saçmadığı nifak son 74 yıldır neredeyse kalmamıştır.
Bugün ABD’yi sorgulamak demek bir yönüyle terörizmi sorgulamak demektir.
Bugün ABD’yi sorgulamak demek darbeler tarihiyle yüzleşmek demektir.
Ekonomik krizlerin altına bakınız, karşınıza çıkacak husumet yüz bellidir.
Terör saldırılarının, bölgesel gerilimlerin, komşu ülkelerdeki iç kargaşa ve kaosun arkasına bakınız, yine aynı mihrak çıkacaktır.
FETÖ’nun, DEAŞ’ın, PKK’nın, YPG’nin, devşirilmiş siyasetçilerin ve kimliksiz sivil toplum kuruluşlarının sahipleri açık açık söylüyorum, Brüksel-Washington hattındadır.
Artık yetti diyoruz, artık yeter diyoruz, gözümüzün içine baka baka sırtımıza hançer yemeye sabır ve tahammülümüzün kalmadığını cümle aleme haykırıyoruz.
Türk milleti ve Türkiye diriliş ve yükseliş safhasına geçtikçe, milli birlik ve kardeşlik hissiyatı perçinlendikçe ya bir terör saldırısı ya da yaptırım tehdidi sökün etmektedir.
İsrail’in Gazze soykırımına karşı insanlığın yanında duran Türkiye’ye karşı cevap terör kanalından verilmektedir.
Lütfen dikkat buyurunuz, 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan İsrail saldırılarına eşzamanlı olarak Türkiye’ye yönelik terör kartı devreye sokulmuş, o günden bugüne 31 vatan evladı şehit edilmiştir.
Değerli Arkadaşlarım,
Yıllardan beri terörü ve terör örgütünü, yalnızca kanlı eylemlerinden ibaret bir suç ve cinayet şebekesi gibi görmekten uzak bir anlayışla, daha yukarıdan yorumlama ve değerlendirme çabası içinde olduk.
Özellikle çağımızda, terörizmin uluslararası karanlık projelerin etkili bir parametresi olduğu vahim bir gerçektir.
Yine bu kapsamda, terör eylemlerinin muhasım ülkeleri istenilen kıvama getirmek için kullanılan stratejik senaryoların kirli yüzü olduğu herkesin az veya çok malumudur.
Kırk yıldır kanlı eylemleri ile ülkemizin ilk gündemi haline gelen PKK terörünün bir sonuç değil bir vasıta; bir amaç değil bir araç olduğu bilinmektedir.
Kurulduğu ilk yıllardan itibaren PKK’nın, Türkiye üzerinde emelleri olan her devletin kullandığı, uluslararası ve hatta uluslar üstü bir baskı ve pazarlık aracı olarak şiddete ve teröre başvurduğu ortadadır.
Millet varlığına kasteden PKK terörüyle mücadele ve teröristlerin imhası yıllardır en üst seviyede ve büyük bir fedakârlıkla sürdürülmüştür.
Bu uğurda çok sayıda şehit verilmiş, çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır.
Terör örgütünün 2002 yılında kabul edilen siyasallaşma stratejisinde “Kürt kimliğinin tanınması kapsamında yerel dilin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması” birinci öncelikli hedef olarak ortaya konulmuştu.
Halbuki Kürt kökenli kardeşlerimin terör örgütüyle en küçük bağ ve bağlantısı olmamış, bilakis bölücü terör en fazla Kürt kökenli kardeşlerimin kanını dökmüştür.
PKK Türk milletinin can düşmanıdır, hiçbir millet evladı bu cinayet şebekesine müsamaha göstermez, göstermemiştir, tam tersini düşünen varsa da onlar bu milletin şerefli bir mensubu asla olamayacaklardır.
Yıllardır PKK terörüyle haklı ve meşru mücadelemize köstek olan, terörizmin çok sayıda can kaybına göz yuman uluslararası camia, İsrail saldırıları karşısında sessiz kalmayı tercih ederek ikiyüzlü siyasetini bir kez daha belgelemiştir.
PKK’nın siyasi talep listesinin ön sıralarında yer alan bazı konularda etnik bölücülüğün zemin kazanması ve köprübaşını tutması bu tehlikeli anlayışın somut yansımasıdır.
Eli kanlı, geçmişi kanlı terör örgütünün yıkımını hatırlamak istemeyenlere, terör saldırılarını kınamaktan imtina edenlere diyorum ki, unutuldu sanılmasın, bütün şehitlerimizin acıları anılarımızda sıcaklığını korumaktadır.
Aralarında bebeklerin de bulunduğu çoğu çocuk ve kadın olmak üzere PKK terör örgütü saldırılarında;
20 Haziran 1987’de Mardin ili, Ömerli ilçesi Pınarcık Köyünde otuz kardeşimizin,
10 Haziran 1990’da Şırnak’ın Güçlükonak ilçesi Çevrimli Köyünde yirmi yedi vatandaşımızın,
1 Ekim 1992’de Bitlis’in Cevizdalı köyünde otuz insanımızın,
5 Temmuz 1993’de Erzincan’ın Kemaliye ilçesi Başbağlar köyünde otuz üç evladımızın,
24 Ekim 1993’de Erzurum’un Çat ilçesine bağlı Yavi beldesinde otuz üç masum hayatın söndürüldüğünü ve daha sayacağımız pek çoklarının hunhar eylemlerde acımasızca katledildiğini hala hatırlıyoruz.
Yıllardır süren terörle mücadelede güvenlik kuvvetlerimizin yanında yer alan ve devletimize bağlılıklarını hayatları uğruna ispat eden kahraman yöre halkını ve onların temsilcileri olan korucularımızı kutluyorum.
Hayatlarını kaybetmiş olan tüm vatandaşlarımıza, tüm şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum.
Ülkemiz, on yıllar boyunca başka sahalara ayırması gereken maddi kaynaklarını haklı olarak ve yüksek meblağlarda terörle mücadeleye aktarmıştır.
Yıllardır süren bu eylemlerin arkasındaki stratejik nedenleri, küresel aktörleri, yerli işbirlikçilerini, tarihsel köklerini ve emellerini dikkate almadan yapılacak analizlerin asla doğru olmayacağı kanaatindeyim.
Bu açıdan PKK terörünü, silahsız bölücülükten; bölücü faaliyetleri de bölgemizdeki küresel projelerden bağımsız düşünmek ve birbirinin içinden çıktığını görmeden tek tek ele almak hepimizi yanlış sonuçlara ve yanlış sebeplere götürecektir.
Aslında kökleri Osmanlı İmparatorluğu’na kadar dayanmasına rağmen, bugünkü haliyle 1984 yılında ortaya çıkan bölücülüğün silahlı boyutu PKK terör örgütünün, yıllar içinde aldığı boyut ve şekil terörizmi Türkiye’mizi de içine alan bir projenin parçası haline getirmiştir.
Yalnızca son kırk yılın Irak coğrafyasındaki gelişmelerine baktığınızda PKK terörünün arkasında Türkiye üzerinde hesabı olanların tamamının isimlerini görmek ve az evvel de ifade ettiğim gibi, arka planda yer alan ülkeleri bulmak mümkündür.
Devletin terörle mücadeleden sorumlu veya yetki verilmiş resmi makamlarının zaman zaman bunları dile getirdiği ve hatta şikayetçi olduğu hatırımızdadır.
Türkiye, PKK’nın ve bölücülüğün arkasındaki küresel aktörleri bilmesi ve görmesiyle, son yıllarda tepkisini en üst düzeyde göstermiştir.
Milli güvenliğimizi bu denli etkileyen bir meselede bölücü örgüte verilen açık veya gizli dış desteği muhatap ülkelerin yüzüne çarpmaktan da kaçmamış ve çekinmemiştir.
Tarihi Şark Meselesi dediğimiz emellerin peşindeki küresel aktörler tarafından, bölücülük ve silahlı uzantılarının çok maksatlı ve çok destekli bir uluslararası yıkım enstrümanı olarak kullanılması alenileşmiş bir haçlı operasyonudur.
Amerika Birleşik Devletleri’nin komşumuz Irak’a yönelik iki ayrı savaşının siyasi sonuçlarını sebepleri ile birlikte analiz ettiğimiz vakit, karşımızda yıllardır Türkiye’yi bir kıvama getirmek için kullanılan bölücülük ve bölücü terör saldırıları görülecektir.
Gelişmeler, ülkemizi ve bölgemizi tanzim etmek isteyen küresel gücün uzun vadeli ve bizim için felaketle sonuçlanacak bir senaryoyu sahnelediğini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur.
ABD’nin PKK/YPG’yle ilişki ve irtibatının saklanacak bir yönü de kalmamıştır.
Kaldı ki devletimizin arşivleri PKK ile Avrupa, PKK ile ABD arasındaki ilişkileri doğrulayacak, sağlamasını yapacak bilgi ve belgelerle doludur.
Türkiye hiç kuşkusuz bu alçak ilişkileri görmezden gelmeyecek, içten içe ve adına sözde dost dediği müttefikler tarafından altının oyulmasına seyirci kalmayacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi, her zaman milletimizin huzur ve güvenliğine musallat olan PKK terör örgütü ile etkili ve anlayacakları yöntemlerle mücadeleyi savunmuştur.
Bu konuda hükümetlerin ihtiyacı olan her desteği vermeye hazır olduğunu da her ortamda açıklamıştır.
Terörle ve bölücülükle mücadelede ne gerekiyorsa; siyasi, sosyal, ekonomik bütün tedbirlerin alınmasının gereğinden ısrarla bahsetmiştir.
Elbette terör son bulmalı, şiddet ortadan kalkmalı, vatandaşlarımız huzur, emniyet ve sukunet bulmalıdır.
Bunun aksini savunmak ve söylemek mümkün değildir.
Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ne ve kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine inancımız ve güvenimiz tamdır.
Bilinmelidir ki, dağda, bayırda, sınır hattında mücadele ettiğimiz hainlerin siyasi cephesi olan DEM’cilerin Türkiye Büyük Millet Meclis’inde bulunmaları adalet ve hukuk garabeti, siyaset ve demokrasi ayıbıdır.
Karamanoğlu Mehmet Bey 747 yıl önce, “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergahta, bargahta, mecliste ve meydandan Türkçe’den başka dil konuşmayacak” fermanı nasıl ki tutacağımız bir buyruk ise,
Aynı şekilde hiçbir terörist veya yandaşı, dağda, bayırda, ovada, belediyede, şehirde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde barınamamalı, tutunamamalıdır.
Hepinizin bildiği gibi, terörle mücadele, aslında bölücülükle mücadelenin sadece bir bölümüdür.
Eli silah tutan bölücüyü zararlı, buna karşılık silahsız bölücüyü meşru ve zararsız kabul etmek, bölücülük ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacak en büyük gaflettir.
Devlet gaflete düşmez, devlet ihanete göz yummaz, devlet hukuk içinde meşru mücadelesinden asla taviz vermez.
Türkiye Cumhuriyeti, sınır içi güvenliği sağladığı gibi, sınır ötesi güvenliği de temine muktedirdir.
Sayın Cumhurbaşkanımız başkanlığında toplanan güvenlik toplantısında alınan kararları desteklemekle birlikte,
Irak’ın kuzeyindeki dağlık bölgeyi içine alacak şekilde, bu ülkeyle koordineli ve karşılıklı uzlaşmayla,
Süresi belirlenmiş ve derinliğine 60 km’ye kadar inen,
Buradan Hatay’a kadar uzanacak “Türkiye’nin Güvenlik ve Geleceği İçin Huzur Hattı” kurulmalı, bu hattın içine sinek bile sokulmamalıdır.
Güven ile kuşkunun,
Güvenlik ile korkunun,
İşbirliği ile çekişmenin,
Bağımsızlık ile teslimiyetin,
Taviz ile onurun arasında yapacağımız tercih bellidir, sonu ne olursa olsun vatan ve milletin müdafaası can pahasına yapılacaktır.
PKK’nın siyasi cephe örgütü olarak faaliyet gösteren sözde siyasi partinin yöneticileri ve milletvekilleri, devlete meydan okumanın, PKK’ya yardım ve yataklık suçu işlemelerinin bedelini en ağır şekilde ödemek durumundadır.
Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamamanın gerekçesi olmaz diyen Bay Zühtü’ye sormak isterim ki, acaba şehitlerimizin dökülen kanlarının gerekçesini, feryat figan eden analarımızın gözyaşlarını izah edecek yürek sende ve senin gibi düşünen diğer mahkeme üyelerinde var mıdır?
Sen yanlış mahkeme kararının derdindesin, biz aziz vatanın derdindeyiz.
Sen ve senin gibileri PKK hukukunun kafesindesiniz, biz Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş ve istiklal hukukunun peşindeyiz.
Yani anlayacağınız geceyle gündüz gibi ayrıyız.
Mahkum Can Atalay’la ilgili kararın da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde derhal okunmasını istiyoruz.
Altını çizerek açıklıyorum, önümüzdeki yeni sürecin bir sonucu olarak; ayrıntılı bir bölücülükle mücadele stratejisi hazırlanmalı, mutlaka uygulanmalıdır.
Türkiye’nin güvenliğini, milli birliğini ve bütünlüğünü hedef alan husumet cephesinin, hayata geçirmeye çalıştığı alçak senaryo karşısında Türkiye’nin hareketsiz kalması düşünülemez.
Milletimiz, geleceğimize kastetmek isteyen iç ve dış merkezli şer ittifakına ve ihanet odaklarına hak ettikleri karşılığı verme zamanının geldiğine inanmaktadır.
Bilinmelidir ki, bu cennet vatan hepimizindir.
Aynı kaderin mensupları olarak Türkiye’mizin bir kaos ortamına sürüklenmesini önlemek hepimiz için tarihi bir vazifedir.
Herkes üstüne düşen sorumluluğu basit siyasi hesapları bir kenara bırakarak yerine getirmelidir.
Allah muhafaza, bu yapılmazsa üzerinde siyaset yapacağımız bir ülke ve uygun bir zemin gelecekte aransa bile bulunamayacaktır.
Bu amaçla Milliyetçi Hareket Partisi, bütün kesimleri milli hassasiyetlerimiz konusunda çok dikkatli davranmaya ve düşünmeye davet etmektedir.
Gelişmeler ne şekilde cereyan ederse etsin akıllardan çıkarılmasın ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesine, ortak değerlere dayanan milli birliğimizin tahrip edilmesine hiçbir hainin gücü yetmeyecektir.
Bundan kimse şüphe duymamalıdır.
Huzurunuzda bu vesile ile bir kez daha Milliyetçi Hareket Partisi’nin kararlılığını vurgulamak istiyorum: Verilecek toprağımız, çizilecek sınırımız, kaybedilecek insanımız ve terk edilecek ilimiz yoktur.
Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan etnik tahrikleri hayasızca sürdürmeye, etnik köken farklılıklarına dayalı bir ayrışma, bölünme ve çatışma sürecini Türkiye’nin karşısına çıkarmaya yeltenenler tarihi bir hataya düşecekler, ağır sonuçlarla yüzleşeceklerdir.
PKK’nın maşası mihrakların, devlete, Anayasaya ve kanunlara meydan okuyarak sürdürdükleri provokasyonların hukuk düzeni içinde karşılığını bulması acil bir konu olarak artık önümüzdedir.
Teröristler bugün sadece dağlarda aranmamalıdır.
Sözcüleri ve temsilcileri vasıtasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmişlerdir ve onlara karşı devlet vakarı hukuk sınırları içinde kesinlikle devreye girmelidir.
Anayasamızın değişmez hükümlerinde ifadesini bulan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve üniter yapısına alenen aykırı olan bölücü emeller fani bedenimizi çiğnemeden sonuç alamaz.
Cumhur İttifakı terörü bitirmeye yeminlidir.
Cumhur İttifakı iç ve dış işgal cephesine direnmeye azimlidir.
Milletimiz müsterih olsun, bir Türk dünyaya bedeldir.
12 Ocak 2024 tarihinde, Irak’ın kuzeyinde şehit düşen;
Aksaraylı Üsteğmenimiz Gökhan Delen,
Eskişehirli Sözleşmeli Erimiz Muhammet Tunahan Evcin,
Ordulu Sözleşmeli Erimiz Murat Atar,
Niğdeli Sözleşmeli Erimiz Kemal Batur,
Kahramanmaraşlı Sözleşmeli Erimiz Emrullah Gülmez,
Giresunlu Uzman Çavuşumuz Ahmet Köroğlu,
Adıyamanlı Uzman Çavuşumuz Serkan Sayin,
Kahramanmaraşlı Sözleşmeli Erimiz Müslüm Özdemir,
Gaziantepli Uzman Çavuşumuz Hakan Gün evlatlarımıza ve bütün kahraman şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, başımız sağ olsun diyorum.
Gazilerimize şifalar diliyorum.
Şehitler ölmez, vatan bölünmez.
Ölüler toprağa, kahramanlar da kalplere gömülür.
Bu düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.