Gündem

Genel Başkanımız Sn. Devlet Bahçeli’nin Grup Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşması – 04.12.2018

22 dk okuma süresi

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,

Değerli Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi hürmetle selamlıyor, başarılı bir hafta geçirmenizi içtenlikle temenni ediyorum.

Televizyonlarından Grup Toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, Türk-İslam coğrafyasında yaşayan tüm kardeşlerimize gönül dolusu muhabbetlerimi iletiyorum.

Hayatın; düşünenler için farklı, hissedenler için farklı, gülenler için farklı, ağlayanlar için farklı anlam ve içeriklere sahip olması eşyanın tabiatına uygundur.

Esasen bunda şaşılacak bir taraf da yoktur.

Hayat dediğimiz karmaşık süreç; bazen trajedi, bazen komedi, bazen de çelişki halinde karşımıza çıkmaktadır.

Her ne olursa olsun asıl marifet, asıl meziyet çıkan veya çıkması muhtemel tüm engelleri birer birer aşmayı başarmakta saklıdır.

Zorluklar karşısındaki direncimiz, engellere karşı mukavemet gücümüz hem karakterimiz hem de kişiliğimiz hakkında önemli ipuçları verecektir.

Şurası açık bir hakikattir ki, yaşam Cenab-ı Allah’ın bir lütfudur.

İnancımız gereği ilahi lütuflara şükretmek vazgeçilmez manevi ödevdir.

Sağlık kadar hastalık, sevinç kadar hüzün hayatın gerçekleri arasındadır.

Kim olduğumuz, nasıl bir şahsiyat ölçüsüne bağlı kaldığımız olağan veya olağanüstü bir şekilde ortaya çıkan insani hallere göstereceğimiz reflekslerle yakından ilişkilidir.

Bilinmelidir ki, her şey insan içindir.

Hiç kimse geleceğin ne olacağını, neyle karşılaşacağını, başına ne geleceğini önceden kesin bir şekilde bilemez, isabetle söyleyemez.

Düşmez kalkmaz bir Allah’tır, bunun haricinde insan her türlü gelişmeye, her neviden huzur ya da hasara açık veya adaydır.

Engelli olmak insani bir haldir ve hepimizin, her insanının maruz kalacağı bir durumdur.

Bildiğiniz gibi dün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ydü.

Engelli olmanın, bir engelle yaşamanın, bir engele uğramanın ne demek olduğunu, neye tekabül ettiğini, hangi sonuçlara kapı araladığını samimiyetle, dikkatle analiz ettik.

Elbette engelli kardeşlerimizin üstesinden gelinmesi aciliyet arzeden sıkıntıları, çözülmesi gereken problemleri olduğunu biliyoruz.

İstiyoruz ki, bütün engeller kaldırılsın.

Diliyoruz ki, engelsiz bir dünyanın kapıları aralansın.

Bekliyoruz ki, engelle mücadele eden kardeşlerimizin ellerinden tutulsun, destek verilsin, önleri açılsın.

Engeller takılmak için değil, aşılmak içindir.

Engelli olmanın ayıplanacak, utanılacak, horlanacak, küçümsenecek, küçük görülecek, kusur sayılacak bir yanı asla yoktur.

Aksi bir tavır her şeyden önce insan olmanın asalet ve şerefine ağır bir bühtan, vahim bir saygısızlık olacaktır.

Biz engelli kardeşlerimizi çok seviyoruz.

Hepsini kucaklıyoruz, hepsiyle bir ve bütün, aynı milletin eşit ve onurlu fertleri olduğumuza inanıyoruz.

Empati yaparak, duygudaşlık köprüleri kurarak onların ne hissettiğini, neleri hedeflediğini anlamaya, anlatmaya çalışıyoruz.

Geçtiğimiz cumartesi günü, parti genel merkezimizde düzenlediğimiz toplantıyla bir nebze de olsa bunu göstermeye, engelli kardeşlerimizi özümsemeye gayret ettik.

Yeri gelmişken, bu toplantının gerçekleşmesinde emeği geçen başta Aile, Kadın ve Engellilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Sayın Deniz Depboylu Hanımefendi olmak üzere bütün arkadaşlarıma huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Bizim nezdimizde engelli kardeşlerimiz hayata tutunma iradeleriyle, önlerine çıkarılan sanal ve sahte engelleri yıkma azimleriyle her türlü takdir ve övgüye ziyadesiyle layıktır.

Mesele vücutta bir eksikliğin olup olmaması değildir.

Mesele akıl ve zihin ölçeğinde bir pürüzün olması da değildir.

Mesele insan olmaktır, insanca bakabilmektir, insafla ve vicdanla hareket edebilmektir.

Ezcümle mesele muhabbette bir engelin olmaması, hoşgörüde, dayanışmada, yardımlaşmada herhangi bir engelin çıkmamasıdır.

İnanıyoruz ki, sevgi varsa, saygı varsa engel yoktur.

İnsanlık varsa bütün engeller bertaraf olmaya mahkûmdur.

Acı duymak canlılara mahsustur.

Acı başka acımak başkadır.

Fakat başkasının acısını yürekte duyup yüksek bir vicdanla ortak olmak ancak ve ancak insan olana, insanlık değerlerini ruhuna nakşetmiş kişilere özgü bir haslettir.

İster doğuştan olsun, isterse de sonradan çıksın, bir engeli bulunan kardeşlerimizin engellerle kıyasıya mücadeleleri imrenilecek ve örnek gösterilecek bir kararlılığın özetidir.

Bize göre asıl engel bedende ya da zihinde değil; algıda, davranışta ve insanlık değerlerinden mahrumiyette gizlidir.

Parti Programımızda anlam ve karşılık bulduğu üzere; engelli kardeşlerimizin toplumla bütünleşmeleri, başkalarının yardımına muhtaç olmadan hayatlarını idame ettirebilmeleri fiziki ve sosyal çevrenin oluşturduğu engellerin kaldırılmasına bağlıdır.

Anaokulundan başlayarak; eğitim sürecinin her aşamasında, sosyal ve ekonomik ilişkilerinde, iş ve meslek hayatlarında engelli kardeşlerimizin muhatap kaldıkları sorunları kökünden bitirmek, hepimizin hem insani, hem de vicdani görevleri arasındadır.

Parti olarak engelli kardeşlerimizle ilgili atılacak her adımın, yapılacak her kanuni düzenlemenin yanında ve arkasında önşartsız duracağız.

Bu kapsamda TBMM’ne vermiş olduğumuz;

Engelli vatandaşlarımıza bağlanan aylıklarda muhtaçlık durumunun, aile geliri yerine kendi gelirlerine göre belirlenmesi,

Başkasının yardımına muhtaç engelli aylığının ayda 985 liraya, üç ayda 2 bin 954 liraya, engelli ve engelli yakını aylığının ayda 656 liraya üç ayda bin 969 liraya yükseltilmesi,

Doğuştan ya da işe girmeden önce engelli olup, çalışma gücünün en az yüzde 60’ını kaybedenlerin malul sayılması,

Kamuda engelli kotalarının yüzde 5’e çıkartılması, 2019 yılında en az 10 bin engelli atamasının yapılmasıyla ilgili kanun tekliflerimizin yasalaşması hususunda bütün gücümüzle çalışacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Engel, onu kenara iten fazilet ve fedakârlık ruhu olduktan sonra hiçbir sorun yaratamayacaktır.

Yılın bir gününde değil, her gününde bütün engelli kardeşlerimizin yanındayız, onların tercümanıyız.

Tüm engelli kardeşlerimizin 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nü farkındalık şuuruyla anıyor; sahip oldukları hiçbir engelin huzurlarına, ümitlerine, heveslerine engel olmamasını Cenab-ı Allah’tan diliyor, sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını elde edişinin 84’üncü yıldönümü yarın kutlayacağız.

5 Aralık 1934 tarihinde alınan bir kararla kadınlara siyasal hayata müdahil olma ve yönlendirme hakkı kazandıran bu tarihi ve demokratik kararın ülkemiz için, siyasetimiz için, özellikle kadınlarımız için manası çok derindir.

Kadının siyasette temsili gecikmiş olmakla birlikte, dönemin sosyal ve siyasal iklimini göz önüne aldığımızda alınan kararın reform niteliğinde ve çığır açan bir stratejik hamle olduğunu söyleyebiliriz.

Takdir edersiniz ki, toplumsal yapının en temel özelliği kadınlar ve erkekler tarafından teşkilidir.

Cinsiyet ayrımının farklılaştırıcı ve dışlayıcı etkisini bir yana bırakarak diyebiliriz ki, kadınlarla erkekler yaşadıkları toplumun teşkilatlanmasını, işleyişini, genel çıkarını gözetme ve belirleme sorumluluğuna sahiplerdir.

Seçme ve seçilme hakkı her şeyden önce demokrasinin nasıl algılandığı ve pratik hayata nasıl yansıdığı sorularına verilecek cevaplarla yakından ilgilidir.

1930’lu yıllarda, yeni kurulan bir devletin yöneticileri ve siyaset adamları iftihar edilecek bir kararla seçme ve seçilme konusundaki eşitsizlikleri tamir ve telafi etmişlerdir.

Bir tarafta devlet kuran, diğer tarafta da demokrasiyi bina eden kurucu kahramanların, hukuken Türk vatandaşları arasındaki uçurumları kapatma gayretleri her açıdan övgüye değerdir.

1926 tarihinde kabul edilen Medeni Kanun, kadınların en temel haklarına ulaşmadaki önemli mihenk taşlarındandır.

Arkasından 3 Nisan 1930 tarihinde çıkarılan Belediye Kanunuyla birlikte, mahalli idarelerde katılım ve temsil konusunda kadınlarımız değerli imkânlara kavuşmuşlardır.

Peşi sıra 5 Aralık 1934 tarihi, hem kadınlarımız hem de demokrasimiz açısından milat olmuş ve siyasal hakların kullanımı konusunda mutlak bir eşitlik sağlamıştır.

Kadının seçme ve seçilme hakkı özü itibariyle bir insan hakkıdır.

Kadınlık onuru aynı zamanda insanlık onurudur.

Kadın haklarını insan haklarından ayırmak, ayrı görmek imkansızdır.

Ne var ki, bir tarafta kadınların seçme ve seçilme haklarıyla ilgili 84 yıllık kazanımı överken, diğer yanda bitmeyen, dinmeyen, bir türlü eksilmeyen kadına yönelik şiddeti konuşuyor olmak hüsran verici bir çelişkidir.

Kadınların demokratik haklarını elde etmeleri önemli bir gelişmeyken, kadın cinayetlerinin, kadın ve çocuk istismarlarının azap verici ölçüde yükselişi de utanç duyulması gereken bir ilkelliktir.

Kadınlarımız hayatın her alanında başarılarıyla göz doldurup isimlerinden bahsettiriyorlar.

Aday oluyorlar, seçim yapıyorlar, seçiliyorlar, yönetiyorlar, hizmet ediyorlar, çocuklarına bakıyorlar, hanelerine bereket katıyorlar, gelin görün ki, şiddetin de hedefi haline geliyorlar.

Meşhur bir kadına yönelik şiddet günlerce medyada yer buluyorken, nice talihsiz ve tanınmayan kadınımızın yaşadığı ızdırap maalesef gün yüzüne çıkmıyor, çıkamıyor.

Her zaman söyledim, yine söylüyorum; kadınlar kadar medeniyiz, kadınlar kadar insanız, kadınlar kadar güçlüyüz, kadınlar kadar haysiyetliyiz.

Şiddet seli bitmeden, akan kan durmadan, cinayetler, istismarlar, tacizler, tecavüzler son bulmadan kadınlarımızın seçme ve seçilme haklarını konuşuyor olmamız gerçekten de bir avunmadır.

Şiddete göz yummak, şiddeti görmezden gelmek, şiddetin önlenmesi için gerekli tedbirleri almaktan imtina etmek işlenen suçlara ortak olmak anlamına gelecektir ve bunun vebali de hepimizin omuzlarındadır.

Sonuç itibariyle Türk kadının siyasal hayatta daha fazla etkin ve belirleyici olması için parti olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğimizi açık yüreklilikle söylüyor ve ilan ediyorum.

Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilişinin 84’üncü yıldönümünde gerek toplantımıza teşrif eden gerekse de vatanımızın her yöresinde varlık mücadelesi veren muhterem hanımefendilere en iyi dileklerimi sunuyor, her şeyin en güzeline müstahak olduklarını bir kez daha ifade ediyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Uzun süredir, insanlık içine düştüğü derin uçurumdan çıkışın, devasa bunalım döngüsünden kurtuluşun yollarını aramaktadır.

Ancak henüz bir arpa boyu mesafe alabilmiş değildir.

Sosyal gerginlikler, toplumsal kargaşalar, asimetrik çatışmalar, örtülü operasyonlar, ticaret savaşları, ekonomik cepheleşmeler, siyasal anlaşmazlıklar, hegemonya mücadeleleri yoğunlaşmakta, hatta yaygınlaşarak devam etmektedir.

Uluslararası toplum krizden krize sürüklenirken; huzur, barış ve refah arayışları her seferinde sonuçsuz kalmakta, adeta duvara toslamaktadır.

Beşeriyet hem birinci hem de ikinci dünya savaşı öncesi vasat bulan gerilim ve kutuplaşmaların bir benzerini yaşamaktadır.

Asya-Pasifik Bölgesi sancılıdır, Avrupa diken üstündedir, Kafkaslar kanayan yaradır, Ortadoğu yangın yeridir.

Dünya huzur değil, hüsran istikametinde dönmektedir.

Küresel vicdan suskun, küresel adalet durgundur.

Hakkaniyete saygı kalmamıştır.

Adaletli paylaşım, insan onuruna saygı, egemenlik haklarına riayet yok hükmündedir.

İçinde bulunduğumuz çağ huzursuzluk ve bunalım çağı olmaya şimdiden namzettir.

Yemen’deki bir çocuğun Londra’daki bir çocuk kadar değeri yoktur.

Arakan’daki bir mazlumun, Kerkük’teki bir masumun ne kaygısını taşıyan, ne de insani haklarına kafa yoran bir dünya düzeni vardır.

Sefalet, açlık, yokluk, yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma sadece bölgemizi pençesine almakla kalmamış, insani bir yıkım haline bürünerek yerküre için vahim bir tehdit boyutuna ulaşmıştır.

Tarihin her dönemini inceleyiniz, zulmün bu kadar sözünün geçtiği, zalimlerin bu denli küstah ve cüret sahibi olduğu başka bir döneme tesadüf edemezsiniz.

Eğer, insanlık ortak akılda buluşup, adalet ve ahlak ölçülerinde bir araya gelmezse,  artan çok ciddi risk ve tehlikeler gelecekte beşeriyeti maalesef öğüterek yutacaktır.

Yalnızca güçlünün haklı olduğu bir dünya düzeni sürdürülebilir olamayacaktır.

Bu sürecin kazanını küçük bir elit tabaka, kaybedeni ise herkes ve tüm insanlık olacaktır.

Bu şartlar altında 13’üncü G-20 Zirvesi geçtiğimiz hafta Arjantin’in başkentinde yoğun bir gündemle toplanmış, ülkemizi temsilen de Sayın Cumhurbaşkanı mezkûr Zirveye katılım sağlamıştır.

“Adil ve Sürdürülebilir Gelecek” temasıyla toplanan G-20 Zirvesi’ne Türkiye haklı ve meşru duruşuyla damga vurmuş, bilhassa Sayın Cumhurbaşkanı’nın 1 Aralık’ta düzenlemiş olduğu basın toplantısındaki sözleri gerçekten de etkili ve isabetli olmuştur.

Türkiye, G-20 Zirvesi’nde hakkın ve haklının sözcüsü mertebesine çıkarak tüm dikkatleri üzerine çekmiştir.

Sayın Erdoğan’ın, hak ve adaleti gözetmeyen bir sistemin ilanihaye devam etmeyeceğine vurgu yapması, terör örgütlerinin arkasında duran müttefiklerimizin gözlerinin içine baka baka eleştirilerini dile getirmesi çok değerli, çok önemlidir.

Biz bu düşüncelere aynen ve eksiksiz iştirak ediyoruz.

Fırat’ın doğusunu bölücü terör örgütünün zulmünden kurtarma iradesinin G-20 Zirvesi’nde gündeme taşınması, Kaşıkçı cinayetinde parmak izi bulunan faillerin maskelerinin indirilmesi takdir edilecek bir duruştur.

31 maddeden oluşan G-20 Sonuç Bildirgesi’nde özetle;

Uluslararası düzenin kurallara bağlı olarak sürdürülmesi,

ABD’nin itirazlarına rağmen Paris İklim Antlaşması’nın aynen uygulanması,

Dünya Ticaret Örgütü’nün reforme edilmesi yer almış, daha da mühimi terörün her türlüsü güçlü şekilde kınanarak 7-8 Temmuz 2017’de yapılan Hamburg G-20 Zirvesi’ne hakim olan terörle mücadele kararlılığının arkasında durulmuştur.

Peki, G-20 Zirvesi’ne katılan ülkelerden bazılarının teröre verdiği destek nasıl izah edilecektir?

Malum ve sabıkalı ülkeler hem teröre karşı çıkıp hem de terörle içiçe olmayı nasıl açıklayacaklar, bunu kendi halklarına, insanlık vicdanına nasıl anlatacaklardır?

Terörizm aynı zamanda küresel bir tehdittir.

Bu gerçeği açık seçik görmek lazımdır.

Türkiye ile ABD müttefiktir.

Bunun yanında müttefik olmanın karşılıklı ahlaki ve hukuki sorumlulukları vardır. Ve taraflar için de bağlayıcıdır.

Ancak ABD müttefiklik hukukuna duyarsızdır, kayıtsızdır, biganedir.

Terör örgütleriyle sürekli olarak yan yana, yanak yanağadır.

Türkiye sınırının hemen dibinde, Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD’nin gözlem noktaları kurmak için harekete geçmesi tam bir rezalettir.

ABD kimi kimden korumakta, neyi gözlemlemek için hazırlık yapmaktadır?

Müttefik olduğumuz ülkenin PYD-YPG lehine gözcülük yapması, PKK/YPG’yi alenen muhafaza altına alması ne hukukla, ne adaletle, ne de ittifak onuruyla bağdaşmaktadır.

ABD Savunma Bakanı, gözlem noktalarını ülkemizin terör tehdidinden kaynaklanan meşru kaygılarına cevap vermek maksadıyla kurduklarını açıklamıştır.

Şu yalana bakar mısınız, ülkemize doğru uzanan herhangi bir tehdit gördükleri takdirde uyarmak istiyorlarmış.

IŞİD karşıtı koalisyonun ABD’li sözcüsü de, gözlem noktalarının Suriye’den kaçıp Türkiye’ye girmeye çalışacak IŞİD militanlarını durdurmak amacına hizmet olduğunu ifade etmiştir.

Bu açıklamalara yüzeysel ve üstünkörü baktığımızda ABD’nin Türkiye’yi korumaya çalıştığı izlenimi karşımıza çıkacaktır.

Kimden, PKK/YPG’den, başka, IŞİD’ten.

Büyük Türk milletini korumaya alacak, bilinsin ki henüz doğmamıştır.

Türkiye hiç kimsenin himayesine, hiç kimsenin gözetim ve koruyuculuğuna ihtiyaç duymayacak kudret ve kuvvete haiz bir devlettir.

ABD PKK/YPG’nin gözcüsü olmanın ayıbını asılsız ve fuzuli bahanelerle örtmeye çalışmasın, çünkü her şey ortadadır.

Saklayacak, gizleyecek bir şey de yoktur; nitekim gözlem noktaları kurulmasının amacı, Fırat’ın doğusuna kilitlenmiş Türkiye’yi teröristlerin nam ve hesabına izlemek, perdelemek ve gerekirse de karşı tedbir geliştirmektir.

Bunun adı terör ajanlığıdır, terörist seviciliktir.

ABD, PKK/YPG’nin dümen suyuna çoktan girmiştir.

Ancak hevesler beyhude, çabalar boşunadır.

Fırat’ın doğusu temizlenesiye kadar, hainler ya inlerinde teslim alınıp ya da sığınaklarında imha edilesiye kadar mücadeleden taviz yoktur, tavsama yoktur, tehir yoktur, geri adım ise haramdır.

Ok yaydan çıkmış, mızrak çuvalı delip geçmiştir.

Gözlem noktalarından Türkiye’yi izleyen ABD derin bir çukurdadır.

YPG’li teröristler ABD’li askerlerle nöbetleşe gözcülük yapsalar da, bu milletin ayranı bir kabarırsa, bu devletin sabrı bir taşarsa, alimallah herkes kaçacak delik, canını kurtaracak yer arayacaktır.

Bir başka düşündürücü husus ise gözlem noktalarını finanse edecek ülkenin Suudi Arabistan olduğuyla ilgili yürek burkan ve bu kadarı da fazla dedirten iddialardır.

Suriye’nin kuzey ve doğu sınırlarında teröristlerden oluşturulacak sözde sınır muhafızlarının parasal, eğitim, silah ve lojistik ihtiyaçlarının karşılanması konusunda da Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve bazı körfez ülkelerinin ABD’yle ortak hareket edeceği söylenmektedir.

İddialar doğru ise, Kaşıkçı cinayetinin altından kalkamayan Suudi Arabistan yönetimi, Türkiye husumetini gizleyemeyen Birleşik Arap Emirlikleri ABD’ye olan diyet borçlarını anlaşılan bu şekilde ödeyeceklerdir.

Emperyalizmin tutsağı olmuş bu ülkelerin neresi İslam, nereleri doğrudur?

Türk milletine tuzak kuran, günahla kol kola giren, batıla mihmandarlık yapan iradesiz ve icazetli yönetimler, biliniz ki, İslam’ın sırtına saplanmış zehirli hançerden başka bir şey değildir.

Suudi Arabistan Allah’tan korkuyor, kuldan utanıyorsa önce işlediği vahşi cinayetin hesabını versin, bedelini ödesin.

Türk ve Türkiye düşmanlarına omuz vermek, teröristlere destek sağlamak imanın, İslam’ın neresine sığacaktır?

Kudüs’ün karışmasından sonra, Kabe’nin de karışması ve kaosa girmesi mi isteniyor?

Yoksa Türk-Arap cepheleşmesi tırmandırılarak yeni bir sıcak çatışma mı planlanıyor?

Emperyalizm yeni bir komplo peşindedir.

Taşeronlar bellidir, boyunlarına esaret tasması geçenler karşımızdadır.

Hadimu’l Harameyn eş-şerifeyn olmak iman işidir, yürek işidir, gönül işidir, ancak hak edenlerin, haysiyetle benimseyenlerin taşıyacakları bir unvandır.

İslam’a kara çalan günahkârlara teslimiyet, Müslümanlara ölüm ve felaket yağdıran utanmazlara hizmetkarlık hiçbir şekilde namuslu bir hal değildir.

Kılıç dansıyla belki bugünler kurtarılmış olabilir.

Petro dolarlarla, milyar dolarlık silah alımlarıyla küresel güçlerin baskısı belki geçici olarak ertelenmiş de sayılabilir.

Ancak bunların hiçbiri muhatabına onur sağlamaz, itibar getirmez, haklılık kazandırmaz, şeref katmaz, katmayacaktır.

Gerek Suudi Arabistan’ın gerekse de Birleşik Arap Emirlikleri’nin 15 Temmuz ihanetine nasıl baktıkları, hangi gizli kapaklı ilişkilerin içinde sürüklendikleri artık sır değildir.

Şimdi de Türk düşmanlığıyla ve ABD’nin gözüne girebilmek için bölücü terör örgütlerine destek vermeleri alçaklıktır, ahlaksızlıktır, su katılmamış kepazeliktir.

Türk milleti oyunları görmektedir.

Ruhu esir düşmüş, şuuru kapanmış ülke ya da ülkelerin hazımsızlıklarına tamam demeyecek, göz yummayacaktır.

Aziz milletimiz kahramanca duruşunu çok şükür muhafaza etmektedir.

Diyor ya merhum Ömer Seyfettin:

“Kahramanlık herkes meyus iken sönmez bir ümide, herkes müteredditken dönmez bir azme, herkes korkakken payansız bir cesarete, herkes şüpheci iken nihayetsiz bir yakine sahip bulunmaktır.”

O kahramanlar kahramanını tarih çoktan belirlemiş ve adına da Türk milleti demiştir.

 

Muhterem Milletvekilleri,

25 Kasım 2018 tarihinde Azak Denizi Kerç Boğazı’nda Rusya ile Ukrayna arasında ciddi bir kriz yaşanmıştır.

Ukrayna savaş gemileri, Azak Denizi kıyısındaki 2 limana doğru yol alırken, Ruslar ateşle karşılık vermişlerdir.

Bu kapsamda Ukrayna Rusya’nın tavrını açık bir saldırı olarak değerlendirmiş, Rusya ise provokasyon olarak yorumlamıştır.

Elbette Kırım’a nasıl baktığımız bellidir, Karadeniz’deki güç dengeleri açısından Kırım’ın taşıdığı değer de bilinmektedir.

Temennimiz Ukrayna ile Rusya arasındaki kutuplaşmaların yumuşaması, aklıselimin galip gelmesi, uluslararası hukuka uygun hareket edilmesidir.

Her iki ülkenin sabırlı ve soğukkanlı politika takip etmeleri tarihi önemdedir.

Karadeniz’deki bir kıvılcımın nelere mal olacağını öngörmek lazımdır.

Doğu Akdeniz’de sular ısınmışken, hidrokarbon kaynakları üzerinde güç mücadeleleri sürdürülüp Kıbrıs Türklüğünün hakları yok sayılırken, bu defa da Karadeniz’in yeni bir çatışma girdabına sürüklenmesi bölgesel huzur ve barış çabalarını temelden dinamitleyecektir.

Bunun da ülkemize yansımaları elbette olacaktır.

Son zamanlarda her yer karışık, her taraf kaos içindedir.

Şu feleğin işine bakınız ki, 17 Kasım’dan bu tarafa Fransa sarsılmaktadır.

Hatta ikinci Fransız devriminden bile bahsedilmektedir.

Akaryakıt zammı bahanesinin yanı sıra Macron’un politikalarına tepki göstermek amacıyla sokaklara çıkan sarı yelekliler her yeri yakıp yıkmaktadır.

Bugüne kadar iki kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmış, bir o kadarı da gözaltına alınmıştır.

Hasta çocuğuna ekmek ve süt almaya giderken polis saldırısıyla ağır yaralanan kadının dramı bütün Fransa’yı ayağa kaldırmıştır.

Demokrasi, özgürlük ve insan hakları konusunda mangalda kül bırakmayanların foyası meydana çıkmıştır.

Fransa teyakkuzdadır, şaşkındır, tedirgindir, gergindir.

Gezi olayları esnasında polisin göstericilere meşru ve hukuki müdahalesinden rahatsız olan Fransa, bugünlerde Türkiye’ye ne söylemişse yemiş yutmuş, olayları bastırmak amacıyla orantısız tepkiye tevessül etmiştir.

Bir ara OHAL yönetimiyle ilgili ülkemize ayar ve akıl vermeye kalkışan Fransa’nın bizatihi OHAL ilanını tartışmaya başlaması da çok manidar bir gelişmedir.

Temennimiz Fransa’daki olayların durulması, tansiyonun düşmesi, toplumsal sükûnetin temin edilmesidir.

Biz başkalarının yıkımından memnuniyet duyan, başkalarının krizinden el ovuşturan bir ülke, bir medeniyet, bir millet değiliz.

Frenk dememiş, Fransuva dememiş, zamanında kanuni vasfımızla cihana merhamet göstermiş ecdadın bugünkü asil varisleriyiz.

Şayet olaylar yayılırsa, sokak hareketleri bütün Avrupa’yı sarartacak, köşeye sıkıştıracaktır.

Kaldı ki, çatışmalar Belçika’ya çoktan sıçramış, Hollanda ise alarm vermeye başlamıştır.

Göstericilerin giydiği yeleklerin sarı mı siyah mı olduğundan daha önce, şiddet olaylarını tetikleyen gizemli el ve emellerin deşifresi sanıyorum pek çok şeyi ortaya çıkaracak, Gezi Parkı’nın içyüzü daha da netlik kazanacaktır.

Avrupa zihniyeti çifte standarttan, potansiyel Türk ve İslam karşıtlığından geldiğimiz bu aşamada artık kesinlikle vazgeçmelidir.

Düşmanlığın hiçbir ülkeye yararı yoktur.

Türk milletine yapılacak her kötülüğün hesabı vardır ve acıklıdır.

Gün olacak devran dönecek herkes yaptığını çekecektir.

Ne Fransa, ne Almanya, ne de diğerleri bundan muaf olamayacaktır.

Çünkü yolumuz hak yolu, davamız Allah davasıdır.

Allah doğrunun yardımcısıdır.

Hiçbir şey kimsenin yanına kalmayacaktır.

Ne demiş atalarımız, etme bulursun, inleme ölürsün.

Fransa’nın hali aslında ders almasını bildikten sonra ibret vesikasıdır.

Türklüğü aşağılama, İslam’ı kötü gösterme çabaları aynısıyla ters tepecek, muhataplarını mahcup ve perişan edecektir.

Fransa’da bunlar oluyorken, 2006’dan beri toplanan ve Almanya İçişleri Bakanlığı tarafından 4’üncüsü düzenlenen İslam Konferansı geçtiğimiz günlerde Berlin’de yapılmıştır.

İslam’ın Almanya’ya ait olmadığını söyleyen bir bakan bu sözde konferansı tertip etmiştir.

Almanya’da ve Almanya için bir İslam sloganıyla toplanan konferans skandaldır, aymazlıktır, inançlarımıza hakarettir.

Bu konferansta Diyanet yok sayılmıştır.

Ne kadar Türkiye muhalifi varsa konferansa davet edilmiştir.

Bizi daha da öfkelendiren husus ise açık büfede domuz etinin servis edilmesidir.

Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkışmak, İslam’ı yeniden tanımlama küstahlıklarıyla birlikte, Almanya için İslam projesini sahnelemek tek kelimeyle camiyi kiliseye hapsetme izansızlığıdır.

Almanya için İslam ne demektir?

Domuz etinin İslam Konferansı’nda ne yeri, ne işi vardır?

Şunun bunun İslam’ı olmaz, o ülkenin bu ülkenin İslam’ı da olamaz; hakikat tektir, İslam tektir, Allah katında din, ancak İslâm’dır.

Ezanın hür sesini çanın gürültüsüyle bastırmak, dinimize hakaret seferleri düzenlemek Almanya’nın ne haddinedir?

Almanya İçişleri Bakanlığı İslam Konferansı düzenleme yetkisini nereden almış, böyle bir hakkı kendisinde nasıl görmüştür?

Almanya’nın ılımlı İslam taraftarlarının veya dinler arası diyalogcuların izinden giderek yüce dinimizi FETÖ’cülerin işbirliğiyle keyfi şekilde yorumlaması tüm Müslümanlara, tüm inananlara ihanettir.

Bu rezaleti kabul etmemiz, doğal karşılamamız, sıradan görmemiz mümkün olmayacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Bir başka endişe verici konu ise Almanya’yı ziyarete giden CHP Genel Başkanı’nın PKK’lılardan ve FETÖ’cülerden fırsat bulup, fotoğraf karelerinden çıkarak sözde konferansa tek bir söz edememiş olmasıdır.

Sayın Kılıçdaroğlu ne yaptığını, nereye savrulduğunu ya bilmiyor ya da tutsak alındığından sesi çıkmıyor, çıkamıyor.

Her iki durumda da CHP Genel Başkanı kayıptır, karanlıktadır.

Bir Alman gazetesine yazdığı makalenin başlığına bakar mısınız:

Neymiş, Türkiye’de demokratlar yalnız bırakılmamalıymış.

Demokratlar kimdir, yardım istenenler kimlerdir?

Eğer kast edilen Osmanlı Demokrat Partisi’nin Genel Sekreteri meşhur Demokrat Mustafa ise bu şahsın vefatının üzerinden on yıllar geçmiştir.

Kılıçdaroğlu neyin demokratından, kimin demokrasisinden bahsediyor?

Almanya’dan yardım dilenmek manda özlemi değil midir?

Bununla da kalmıyor, hem kutuplaşmadan şikâyet edip hem de ilerici halk kitlelerinin Türkiye’yi yeniden aydınlığa çıkarmak için mücadeleden asla vazgeçmeyeceklerini aklınca ileri sürüyor.

Akıl akıl, gel çengele takıl, durum budur.

Akıl olmayınca ne yapsın sakal, tablo aynen böyledir.

Sayın Kılıçdaroğlu tavsiyem olsun, aklına geleni işleme, her ağacı taşlama, Allah muhafaza kamyon farı görmüş tavşana dönersin.

Seni ve zihniyetini HDP de kurtaramaz, çürük İP de tutamaz.

CHP Genel Başkanı, ilerici halk kitlelerini biliyorsa gerici halk kitlelerini de mutlaka hafızasında taşıyordur.

Gerici diye kast ettikleri; makarnacı, kömürcü, bidon kafalı, göbeğini kaşıyanlar diye aşağılanan milyonlar ise halt ettiğini, yine mayına bastığını, yine sınıfta kaldığını kendisine hatırlatmak isterim.

Gerici diye suçladığı vatan evlatları milli ve manevi değerlere sahip olanlar ise Kılıçdaroğlu ve çevresi unutmasın ki biz de gericiyiz, biz de geri kalmaya seve seve hazırız.

Ne diyordu merhum Cemil Meriç: “Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.”

Zillet şemsiyesinin altında buluşanlar bu milletin değerlerine, bu milletin köküne, bu milletin ruhuna, bu milletin tarihine tamamen yabancıdır.

İşleri güçleri istismardır, yalandır, aldatmadır, kandırmacadır.

Devşirmelerle yola çıkmak, çıkarcıların yakasına rozet takmak, inkarcılarla ağız birliği yapmak edepsizliktir.

Sırayla Meclis Araştırma Önergesi verirler, kendileri çalıp kendileri oynarlar, üç beş kişiyle siyasi amigoluk yaparlar, döner sosyal medyadan tezvirata heves ederler.

Bre cahiller, solumuza flu bakıyoruz demedik mi?

Zilletten gelen Allah’tan gelsin diye tavır göstermedik mi?

Cumhur İttifakı’ndan başka her yere kapalı olduğumuzu söylemedik mi?

İP boşuna heves etmesin, CHP ve HDP’ten aldığı suflelere boş yere güvenmesin, bizim nazarımızda günahtan kurtulmadıktan, tövbe ve pişmanlık yaşamadıktan, terör ittifakından dönmedikten sonra önergeleri yalnızca zaman israfı, buruşturulup atılacak kâğıt parçalardır.

Bu zilletin ortakları, yakında göğe direk denize kapak önergesi verirlerse, aya merdiven Mars’a otoban için Meclis’e önerge sunarlarsa hiç kimse şaşırmasın, şaşkınlık yaşamasın.

Bir söz vardır; delilik şüphesiz aptallıktan daha iyidir. Delilik var olmuş bir zekanın yok oluşudur, aptallık ise var olmamış bir zekanın var olmamaya devam edişidir.

Sanıyorum anlayan anladı, anlamayan da zillete çoktan daldı.

CHP- İP verkaçıyla hazırlanan, HDP’nin tezahüratı eşliğinde varlık bulan Meclis Araştırma Önergeleri siyasi butlandır, bizim için doğmadan ölmüştür.

Çünkü niyetleri kötüdür, hedefleri kirlidir, maksatları arızalıdır.

Bizim onlarla işimiz yoktur, ama meselemiz vardır, hesabımız vardır, 31 Mart 2019’da bu hesap sandıkta görülecektir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Yeni bir çözüm süreci için kendini akil sanan bazı akılsız ve zeka özürlüler Oslo’da toplanmışlar.

Bu kadar yolu tepip şu kış kıyamette niye Oslo’ya kadar giderler, anlamak zordur.

Hemen sınırımızın diğer tarafına geçip Kandil’e gitseler, orada bir mağara deliğinde oturup çözüm gevişi getirseler, bir daha da geri dönmeseler hem zahmete katlanmazlar, hem de kendilerini yormazlardı.

Yok bu olmuyorsa, Kerkük’te Osmanlı yadigarı eserleri kundaklayan, en son Kayseri Kapalı Çarşısı’nı hayasızca yakan Barzani zihniyetine sığınsalar, başlarına da peşmerge geçirip keyif çatsalar daha evladır.

Kendilerine yakışan da bu olacaktır. Tencere yuvarlanacak kapağını bulacaktır.

Biz onları düşünüyoruz, bu kadar kendilerini harap etmelerine üzülüyoruz.

Vermeyince mamut ne yapsın mahmut, ihanet bunların gözlerini kapatmış, teröristler akıllarını başlarından almış.

Akil geçen akılsızlar aramızda dolaşan terörist hayranlarıdır.

PKK’nın düdüğünü çalarlar, haçlıların bekçiliğini yaparlar, melanetin beşiğini sallarlar, her şey olurlar, her kılığa girerler, elbette sadece Türk olamazlar, olmaya da takatleri ve nefesleri yetmez.

Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.

Bunlarda ne arar bu özellikler?

Yine bildik isimler sahnededir.

Yine malum ülkenin bir enstitüsü ön plandadır.

Anlaşılan sözde yazar, aydın, siyasetçi artığı ve artist bozuntularından oluşan koro hala akıllanmamış.

Bakın yarım akıllı çürük akiller, anladığınız dilden değilse bile Türkçe konuşuyorum, kulak verin, sözlük varsa elinize alıp sözlerimi tercüme edin.

Çözüm süreci gömüleli çok olmuştur, şansınızı fazla zorlamayın.

İsterseniz PKK’ya katılın, isterseniz Avrupa kadrosuna karışın, ama Türk milletinin sabrını zorlamayın, tahammülünü yanlışa yormayın.

Milletin şamarını yerseniz Hanyayı da Konyayı da öğrenir, Osloyu da İmralı’yı da görür, kendinizi mekap giyerek dağda taşta bulursunuz.

Akıllı olun, aklınızı başınıza alın, üstünü başınızı yırtmayın, çözüm çığlığı atmayın, zira meydan boş değildir, Milliyetçi Hareket Partisi’nin gözü üzerinizdedir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifiyle, 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı kapsamında yapılacak genel kurul görüşmeleri 10 Aralık 2018 Pazartesi’nden itibaren başlayacaktır.

Bu nedenle gelecek hafta ve takip eden haftalar içinde Grup Toplantılarımız yapılmayacaktır.

Milletvekili arkadaşlarımın bütçe görüşmelerini sabırla, titizlikle, dikkatle takip etmeleri ve tam katılımları gerekmektedir.

Bütçe sürecinde demokratik olgunluk, kapsamlı hazırlık, etkili sunuş, polemiklerden uzak kalan bir duruş samimi beklentimdir.

Genel Kurul çalışmalarına devam konusunda bütün arkadaşlarımın özenli ve hassas olması lazımdır.

Münakaşa değil mutabakat içinde ve muazzez şuurla siyasetimizi icra etmek hepinizin mükellefiyetidir.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni layıkıyla temsil edeceğinize, karar ve düşüncelerimizi Parti Programımıza ve ana hatları belirlenmiş politikalarımıza göre temiz bir üslupla aktaracağınıza inanıyor, hepinize güveniyor ve üstün başarılar diliyorum.

Sözlerimizin sonunda muhterem heyetinizi hürmetle selamlıyor, her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

İlgili içerikler
Gündemİstanbul'dan Haberler

İl Başkanımız Sayın Sertel Selim’den 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Mesajı

1 dk okuma süresi
İl Başkanımız Sayın Sertel Selim’in 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle yayınlamış olduğu mesaj şu şekildedir: Türkiye Cumhuriyeti’nin 101’nci yıl dönümüne ulaşmanın muazzam…
GündemMHP Grup Toplantıları

Liderimiz Devlet Bahçeli’nin 16 Nisan 2024 tarihli MHP Grup Toplantısı Konuşması

14 dk okuma süresi
Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin 16 Nisan 2024 tarihli MHP Grup Toplantısı’nda yapmış oldukları konuşma şu şekildedir: Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler,…
GündemMHP Grup Toplantıları

Liderimiz Devlet Bahçeli’nin 20 Şubat 2024 tarihli MHP Grup Toplantısı Konuşması

19 dk okuma süresi
Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin 20 Şubat 2024 tarihli MHP Grup Toplantısı’nda yapmış oldukları konuşma şu şekildedir: Değerli Arkadaşlarım, Muhterem Misafirler, Basınımızın…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir